İki ayak üzerinde yürümenin gelişmesi
İki ayak üzerinde yürümenin Australopithecus ile başladığı bilinmektedir. Ancak, hangi nedenle ortaya çıktığı konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Bu konuda, iki ayak üzerinde yürümenin sağladığı avantajları gözden geçirmek yararlı olacaktır.
1) Vücut ısısının düşürülmesi amacıyla, yere paralel olan ve hem güneşten gelen; hem de yerden yansıyan ışınlara maruz kalan gövde dik duruma gelerek, bir tarafdan daha fazla
rüzgar alması temin edilirken; diğer taraftan daha az radyasyona maruz kalması sağlanmış olmaktadır.
2) iki ayak üzerinde yürüme, dört ayak üzerinde yürümeye göre daha az enerji gerektirmektedir.
3) Güvenlik ve beslenme gereksinimlerini daha iyi karşılayabilmek için gövdenin arka ayaklar üzerinde yükselmesiyle, düşmanını ve avını daha rahat görerek; düşmanlarına karşı daha heybetli görünme avantajı elde etmiş olmaktadır.
4) Bu avantajlar yanında, iki ayak üzerinde yürümenin bir gereksinime bağlı olarak geliştiğini ileri sürenler de bulunmaktadır. Bu görüşü savunanlara göre iki ayak üzerinde yürüme, Australopithecus 'un ellerini kullanma gereksinimi sonucunda ortaya çıkmıştır. Yavrunun taşınması ve bakımı; yemeğin hazırlanması ve yuvada yapılması gereken diğer işler için ellerin serbest kalması gerekmiş ve iki ayak üzerinde yürüme evrimleşmiştir.
Ancak, bu yöndeki evrim henüz tamamlanmamıştır. Orta yaşın üzerindeki, özellikle şişman insanlarda görülen bel ve sırt ağrıları, disk kaymaları ve diz ağrıları bu yöndeki evrimin tamamlanmadığının işaretleridir. Şnsanda sakral bölgede gerçekleştirilen operasyonlardan sonra yara yerinin geç kapanması da kuyruğun kaybedilmesi yolundaki evrimin henüz tamamlanmadığının göstergesidir.
Şnsanı meydana getiren evrim çizgisinde yer alan farklı primat türleri dikkate alındığında, yavruların doğumdan sonra erginleşmeleri için gereken süre insanda olduğu gibi uzundur. Örneğin, Hylobates yavruları 5 - 6 yaşında; Gorilin dişisi 4,5, erkeği 6 yaşında ve Şempanzenin dişisi 8, erkeği 12 yaşında cinsel olgunluğa erişmektedirler. Diş değiştirme ise Pongidlerle insanda aynı yaştadır. Yavrunun bakılmasını gerektiren bu süre içinde, ayrıca beslenmesi ve düşmanlarına karşı korunması gerekmektedir. Dişi bir koluyla yavrusunu taşırken diğer koluyla yemeğini hazırlamak; erkek ise ailenin besinini temin etmek üzere yuvadan uzakta avlanmaktadır. Böylece, aynı yuvayı paylaşan erkek ve dişi arasında besin ve yaşam alanı (teritori) için rekabet yerine, bir iş bölümünün ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durum, uzun sürede erkek ve dişi arasında "çift birlikteliği" nın oluşumuna ve yavrularla birlikte anne ve babadan oluşan "aile" birliğinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yavrular bu birlik içinde daha iyi beslenir ve korunurlar. Ebeveynlerin bu yöndeki yeteneklerinin nesiller boyunca giderek geliştiği, aile birliğinin giderek kurumsallaştığı düşünülmektedir. Çünkü, primatlar kendilerine bu yetenekleri kazandıran gen kompozisyonlarını,ancak üreme çağına ulaştırabildikleri yavrularıyla sonraki nesillere aktarmak şansına sahiptirler. Primat türlerinde yavru bakımı ötesinde, yavruya karşı duyulan ilginin de ileri derecelerine rastlanır. Örneğin, dişi Gorilin yavrusunu göğsünde taşımasına karşın; Şempanzenin sırtında taşıdığı; Gibbon dişilerinin ise yavrularına çok düşkün oldukları, su kenarında yavrularının yüzünü yıkadıkları, yavrularından birinin ölümü durumunda iştahtan kesildikleri ve çoğunlukla kederlerinden öldükleri bildirilmektedir.
Çift birlikteliğinin, üreme çağından çıkmış dişilerde de devam ettiği; bu duruma, dişinin üreme çağında yavru sahibi olmak için eşiyle yapmış olduğu birleşmelere bağlı olarak aile birliğinin kuvvetlenmesinin neden olduğu ileri sürülmektedir. Vücudun kıllanma şekli ve sekonder cinsiyet organlarının evrimsel gelişimi çift birlikteliğini güçlendiren diğer faktörlerdir.
Dişinin üreme çağından çıkmış ve çekiciliğini kaybetmiş olması, diğer erkeklerin ilgisini eskisi kadar çekememesine ve erkekler arasında bu dişi için yapılan kavgaların azalmasına neden olmaktadır.
Birden fazla dişisi olan Goril ve Şempanzelerin köpek dişleri fazla gelişmiştir. Erkekler dişilere sahip olmak için aralarında kavga ederler. Hominidlerin köpek dişleri kuyruksuz maymunlarınkine göre küçük olmakla birlikte, hominidlerde dimorfizm (bir tür içinde iki farklı forma rastlanması) görülmektedir. Kuyruksuz maymunlarda iri köpek dişlerinin varlığına çok eşliliğin getirdiği mücadelenin neden olduğu; buna karşın bu şekilde bir mücadelenin görülmediği insan soyunda, özellikle meyve suyu tüketiminin fazla olduğu topluluklarda ise köpek dişlerinin küçülmekte olduğu ileri sürülmektedir. Pirimatların evrimi sürecinde; Monogami (tek eşlilik), köpek dişlerinde ufalma, besin paylaşımı ve iki ayak üzerinde yürümenin birlikte geliştikleri düşünülmektedir.
Australopithecus dan sonra insanın evrim sürecinde daha evrimleşmiş olarak ortaya çıkan tür Homo habilis olarak isimlendirilmektedir. Australopithecus „a ait buluntular arasında herhangi bir alete rastlanmazken, Homo habilis buluntuları ile birlikte taş yontulara rastlanmış olması, bu türün “becerili insan” anlamına gelen bu isimle adlandırılmasına neden olmuştur.
H. habilis „in belli başlı anatomik özellikleri, boyunun 120 – 130 cm.; ağırlığının yaklaşık 40 Kg. ve beyin hacminin 700 cm3 den aşağı olmamasıdır. Australopithecus „un herbivor olmasına karşın buluntular H. habilis „in omnivor olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Afrikada “Turkana” Gölü civarında, H. habilis kalıntıları ile birlikte toprak yanıklarının bulunması; H. habilis „in 1 500 000 yıl önce ateşi kullanan ilk insan olduğunu göstermektedir.
Etiyopyanın Omo vadisinde yaşanan insanın evrim sürecinde, 1 600 000 – 2 000 000 yıl öncesine ait tabakalar arasında rastlanılan H. habilis 'den sonra; (1 500 000 yıl öncesinden başlayarak) H. erectus olarak adlandırılan türün kalıntılarına rastlanmaktadır. Buluntular, boy uzunluğu yaklaşık 180 cm., ağırlığı 70 Kg., beyin hacmi 775 – 1500 cm3 rasında değişmekle birlikte ortalama 1100 cm3 olan ve Australopithecus u anımsatan iri çene kemikleri, iyi gelişmiş kaş kemeri, kısa ve eğimli alın bölgesi, kaybolmuş veya küçülmüş çene çıkıntısına sahip olan bu türün yeryüzünün farklı bölgelerine dağıldığını göstermektedir.
H. erectus‟un geliştirmeyi başardığı düşünülen konuşma diliyle, kültürünü nesiller boyu taşıdığı ve biriktirdiği ileri sürülmektedir. Sözel olarak kültürün taşınabilmiş olmasının H. erectus‟un dünyanın farklı bölgelerinde değişik çevre koşullarına uymasında yardımcı olduğu; ateşin kontrollu kullanımı, avcılık ve barınma yöntemlerinin nesilden nesile bu yöntemle aktarıldığı düşünülmektedir. Dünya üzerinde H. erectus kalıntılarına Çin, Endonezyanın Java Adası, Afrikanın “Turkana” Gölü kıyısında, Avrupada “Nice” ve “Heidelberg” şehirleri yakınlarında rastlanmıştır. H. erectus‟un bu ölçüde geniş bir alana yayılmasına, günümüzden 1 500 000 – 1 200 000 yıl öncesinde gerçekleşen dünyanın soğuması sonucunda denizlerin bir kaç on metre düzeyinde alçalmasının neden olduğu düşünülmektedir.
Yer üzerinde, günümüzden 225 000 yıl öncesinden başlayarak 35 000 yıl öncesine kadar devam eden bir kültürün yaratıcısı olarak ve kendisinden önceki H. erectus ile sonraki H. sapiens türlerinin bazı karakterlerini üzerinde taşıyan Homo cinsinin alt türü, H. sapiens neanderthalensis olarak bilinir. H. erectus „da görülen kaş kemeri ve art kafa çıkıntısına sahip, beyin hacmi 1300 – 1750 cm3 e kadar ulaşmış ve kafatası daha büyük olan bu alt türün ölülerini gömdükleri, mezarlarına bügün de şifalı olarak bilinen otları bıraktıkları bilinmektedir. Ayrıca, Neandertallerin birlikte çalıştıklarını ve aralarında gerçekleştirdikleri sosyal dayanışma örneklerini sergileyen kanıtlar bulunmuştur. Gerek morfolojik özellikleri ve gerekse sahip olduğunu bildiğimiz tinsel (manevi) ve kültürel değerlerini dikkate alarak; H. sapiens neanderthalensis (şekil 57) in bugünkü modern insanın atası olduğu düşünülmektedir.
Günümüzden 35 000 yıl kadar önce H. sapiens neanderthalensis den H. sapiens sapiens (insan) in meydana geldiği düşünülmektedir. Lateral olarak bakıldığında yüzü düz, yani alnı dik; kaş kemeri bulunmayan; prognoti (yüzün anterior bölgesini şekillendiren maksilla ve mandibula „nın öne çıkıntı yapması) göstermeyen fakat çene çıkıntısı bulunan ve ard kafa çıkıntısı bulunmayan H. sapiens sapiens, hacmi 900 – 2300 cm3 arasında değişmekle birlikte, ortalama 1400 cm3 lük bir beyine sahip olan son hominiddir.
Önceki hominidlerin Afrika, Asya ve Avrupa ile sınırlı olan yeryüzündeki dağılımları, H. sapiens sapiens ile Amerika ve Avusturalya'ya kadar uzanmıştır. Asya insanının Amerika'ya geçişinin, buzul döneminin en şiddetli evresinde deniz sularının alçalmasıyla bugünkü bering boğazının yerinde, iki kıtayı bağlayan kara parçasının su üstüne çıkması sonunda; Asya'dan Amerika'ya göç eden hayvanları avlarken gerçekleştiği düşünülmektedir. Ancak, insanın Asya'dan Avusturalya'ya geçişini deniz sularının bir kaç on metre azalmasıyla açıklamak mümkün değildir. Çünkü her iki kıta ve adaları arasındaki denizler suyun bir kaç on metre alçalmasıyla ortadan kalkmayacak kadar derindir. Bu durum, insanın kıyıdan en az 50 deniz mili açılabilecek nitelikte deniz taşıtları yapabilmiş olması ve yeterli denizcilik bilgisine sahip olmasıyla açıklanmaktadır.
Bu insanların hayvanların göç yolları üzerindeki akarsu vadilerinde 25 - 30 kişilik gruplar halinde ve mağaralarda veya hayvan postlarıyla örtülmüş barınaklarda yaşadıkları bildirilmektedir.
Bugünkü bilimsel bulgular, insanın bir hominid atadan ayrılarak ve zaman içinde değişerek meydana geldiğini göstermektedir. Şnsanın bir maymundan türediğini gösteren herhangi bir delil bulunmamaktadır. Eğer insanın ortaya çıkışı böyle olsa idi, ARSEBÜK tarafından ifade edildiği gibi, maymunlardan arada bir insan meydana geldiğine tanık olmamız gerekirdi. Böyle bir olay olmadığı gibi, insanın ortaya çıkışı buraya kadar özetlendiği şekilde milyonlarca yıl süren bir evrim süreci sonunda olmuştur. Hominidler, genetik kompozisyonlarında tamamen rastlantısal olarak meydana gelen mutasyonlar arasından bulundukları çevre koşullarına en iyi yanıt verenleri gen havuzlarına ekleyerek birbirlerinden giderek farklılaşan populasyonlar meydana getirmişlerdir. Bunun sonucu olarak, maymunlar giderek daha maymun, insan ise giderek daha insan olma yolunda ilerlemektedirler.
insan ve maymunlar Antropoidea alt takımı içinde yer alan farklı türler oldukları için, aralarında benzerlikler de bulunmaktadır. Örneğin, insanda belirlenen 1650 anatomik tarakterden 312 sinin insana özgü olmasına karşın; geriye kalan karakterlerden 385 inin Goril, 369 unun Şempanze, 354 ünün Orangutan, 117 sinin Gibbon ve 113 ünün diğer maymun türleriyle ortak olduğu bulunmuştur. Bu sonuca göre, anatomik özellikler bakımından insana en yakın antropoidin Goril olduğu ve diğer maymunlar arasında yapılacak bir insana yakınlık sıralamasının Şempanze, Orangutan ve Gibbon şeklinde olduğu görülmektedir.
Buna rağmen, Şnsana en yakın maymunun Şempanze olduğunu gösteren bulgular da vardır. Örneğin, immünolojik bir çalışmada, Şnsan serumuna karşı Tavşanda elde edilen antiserumun Şempanze serumunda % 63 oranında çökelmeye neden olduğu ve Şempanze serumuna karşı Tavşanda elde edilen antiserumun da Şnsanda % 85 çökelmeye neden olduğu bulunmuştur. Bu sonuç, Şnsan ve Şempanze serum proteinlerinin önemli ölçüde biribirine yakın olduğunu göstermesine karşın; aynı yöntemin başka maymunlarla tekrarlanması, Şnsan serum proteinlerine olan yakınlığın Goril ve Orangutanda giderek azaldığını göstermiştir
Biyokimyasal çalışmalar, Pongidae ailesi içinde Şempanzenin Şnsana daha yakın olduğunu göstermektedir. Örneğin, Şnsan ile maymun türleri arasında yapılan hemoglobin proteinlerinin karşılaştırması, Şnsanın Şempanze ile bir, Goril ile iki amino asidi bakımından farklı olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, canlılar alemi içinde bir Şnsan hücresi ile bir kara yosunu hücresi arasında bile morfolojik ve fizyolojik bakımdan pek çok benzerlik söz konusudur. Bu benzerlikler, bir Şempanze veya Goril ile Şnsan arasında var olan benzerliklerin sayısı ile kıyaslanamayacak kadar az sayıda olmakla birlikte; bu kadar fazla sayıdaki benzerliğe rağmen, Şnsanın Şempanze ya da Goril 'den meydana geldiğini söylemek olanaksızdır.
Evrim
-
Evrim nedir? Evrim süreci nasıl işler?
-
Atların Evriminde Parmaklar ve Toynak...
-
Mikro evrim nedir
-
Yumuşakçaların evrimi
-
Bitki Evrimi 5/5: Çayır İmparatorluğu
-
Bitki Evrimi 4/5: Çiçeklerin ve Tohumların Öyküsü
-
Evrim düşüncesinin tarihi
-
Bitki Evrimi 3/5: Kömür Çağı
-
Bitki Evrimi 2/5: Ormanların Doğuşu
-
Bitki Evrimi 1/5: Karaya İlk Çıkanlar
-
Mutasyon, Evrimsel Sürecin Hammaddesidir!
-
Evogram Nedir ?
-
Yeni Genetik Kombinasyonların Oluşumu ve Evrimin Türleri Değiştirme Mekanizması
-
Evrim'i Tetikleyen Mekanizmalar Nelerdir?
-
Darwin ve Doğal Seleksiyon