Sulak Alanlar - Önemi, Temel Sorunları
Sulak alanlar; Doğal veya yapay, sürekli veya mevsimsel, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu tüm su kütleleri sulak alan olarak tanımlanmaktadır.
Bataklıklar, sazlıklar, turbalıklar, sulak çayırlar ile denizlerin altı metre derinliğe kadar olan kesimleri de sulak alan kapsamı içerisinde yer almaktadır.
Sulak Alanlar Neden Önemlidir?
Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik nedeniyle dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilen sulak alanlar; doğal işlevleri ve ekonomik değerleriyle yeryüzünün en önemli ekosistemleridir.
Sulak alanlar, yeraltı sularını besleyerek veya boşaltarak, taban suyunu dengeleyerek, sel sularını depolayarak, taşkınları kontrol ederek, kıyılarda deniz suyunun girişini önleyerek bölgenin su rejimini düzenlerler.
Bulundukları yörede nem oranını yükselterek, başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim elemanları üzerinde olumlu etki yaparlar.
Tortu ve zehirli maddeleri alıkoyarak ya da besin maddelerini (azot, fosfor gibi) kullanarak suyu temizlerler.
Tropikal ormanlarla birlikte yeryüzünün en fazla biyolojik üretim yapan ekosistemleridir.
Başta balıklar ve sukuşları olmak üzere gerek ekolojik değeri, gerekse ticari değeri yüksek, zengin bitki ve hayvan çeşitliliği ile birçok türün yaşamasına olanak sağlarlar.
Yüksek bir ekonomik değere sahiptirler. Balıkçılık, tarım ve hayvancılık, saz üretimi, turizm olanaklarıyla bölge ve ülke ekonomisine önemli katkı sağlarlar.
Dünyada ve Türkiye`de Geçmişten Günümüze Sulak Alanlar
Tarihsel süreç incelendiğinde, ilk insan yerleşimlerinin deltalar, taşkın ovaları, göl ve akarsu kıyıları gibi sulak alanlar olarak tanımlanan yerlerde yoğunlaştığını görmekteyiz. Mısırlılar, Mezopotamyalılar, Çinliler, Hintliler, İnduslar, Aztekler gibi pek çok topluluk binlerce yıl sulak alanlarla iç içe yaşamışlar, her yıl yenilenen verimli taşkın ovalarında tarım ve hayvancılık yapmışlar, sazından, balığına ve kuşuna sulak alanların sağladığı olanaklarla büyük medeniyetler kurmuşlardır. Ta ki 1890`lı yıllarda yüzyıllardır milyonlarca insanın ölümüne yol açan sıtmanın kaynağının sivrisinek olduğunu öğrenene kadar. O tarihten itibaren insanların sulak alanlara bakışı değişmiş, sıtmayı önlemenin tek ve kesin çözümünün bataklıkları kurutmak olduğu varsayılmıştır. Toplumda bu anlayış o kadar benimsenmiştir ki, büyük ve karmaşık problemlere köklü ve kesin çözümleri önerirken "sivrisineği öldürmek yetmez bataklığı kurutmak gerek" deyimi en yaygın kullanılır deyimlerden biri olarak kültürümüzdeki yerini almıştır. Önceleri sadece sıtma hastalığını önlemek için başlayan kurutma çalışmaları, gelişen teknoloji ile birlikte yeni tarım alanları elde etme amacına yönelmiş, sazlık ve bataklıkların yanısıra taşkın ovalarını ve gölleri de kapsayarak artarak devam etmiştir. Bu süreçte, Akdeniz ülkeleri sulak alanlarının %70` ine yakınını kaybetmiştir.
Ancak sulak alanların kurutulması sonucu elde edilen arazilerin pek çoğundan istenilen tarımsal üretime erişilemediği gibi; bir kısım yerlerde de tuzlanma, turbaların yanması, rüzgar erozyonu gibi nedenlerle kısa zamanda verimsizleşmiştir. Ayrıca, yörenin su rejiminde meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişmelerin yanı sıra; bir çok canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi ya da tamamen yok olması gibi telafisi mümkün olmayan sorunlar ortaya çıkmıştır.
Bu gelişmelerin ardından sulak alanların önemi tüm dünyada anlaşılmaya başlamış, sivil toplum örgütleri ve diğer doğa koruma kuruluşlarının da etkisiyle pek çok ülkede sulak alanların korunması için bir dizi koruma önlemleri alınmaya başlamış, ekolojik, sosyal ve ekonomik analizlere dayanan sulak alan koruma programları geliştirilmiştir.
Ülkelerdeki bu gelişmelere paralel olarak, uluslararası düzeyde de çalışmalar başlatılmış, pek çok hukuksal düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi 1971 yılında İran`ın Ramsar kentinde imzaya açılan ve kısaca Ramsar Sözleşmesi olarak imzaya açıldığı kentin adıyla anılan Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi`dir. Ramsar Sözleşmesi, sadece sulak alanların korunmasını öngören bir sözleşme olmasının yansıra, doğa koruma alanında da imzaya açılmış ilk sözleşmedir. Bu nedenle sözleşmenin dünya doğa koruma hareketi içerisinde de önemli ve ayrıcalıklı bir yeri vardır. Ocak 2004 itibariyle Sözleşmeye 138 ülke taraf olmuştur. Bu ülkeler, toplam alanı 111.884.289 hektar olan 1328 sulak alanı Sözleşme Listesi`ne dahil ettirmişlerdir.
Sözleşmeye taraf ülkeler;
Ulusal sulak alan envanterlerini hazırlamayı, ve uluslararası öneme sahip sulak alanlar listesine girecek sulak alanlarını belirlemeyi, bunların korunmasını ve akılcı kullanımını geliştirecek metodları planlayıp uygulamayı, listeye dahil olan herhangi bir sulak alanın ekolojik karakterini olacak değişmeleri "Uluslararası Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği"ne rapor etmeyi,
Sulak alanlar dahilinde doğal rezervler yaratmayı ve bunların korunması için yeterli önlemler almayı, iyi yönetimle uygun sulak alanlarda su kuşları nüfusunu artırmayı,
Araştırmayı ve bilgi alışverişini teşvik etmeyi, sulak alan araştırmaları, yönetimi ve korunması konusunda bilgili personel yetiştirmeyi,
Bir sulak alanın birden fazla akit tarafın topraklarına yayılması veya bir su sisteminin akit taraflarca paylaşılır durumda olması halinde; sözleşmenin getirdiği yükümlülüklerin uygulanmasında birbirlerine danışmayı taahhüt etmişlerdir.
Türkiye`de de 1950`li yıllarda tüm dünyada olduğu üzere sıtma hastalığını önlemek üzere başlatılan sulak alanların kurutulması çalışmaları, takibeden yıllarda tarım toprağı elde etme amacına dönüşmüş, bu dönemde toplam alanı 93 582 hektar olan 21 sulak alan tamamen kurutulmuştur. Yine aynı dönemde uluslararası öneme sahip 17 sulak alanda ise taşkın önleme veya su rejimine yapılan müdahaleler nedeniyle toplam 143 956 hektarlık alan geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedilmiştir. Türkiye`de kaybedilen sulak alanların miktarı (toplam 236 538 ha.) pek çok Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha küçük gibi görünse de ülkemizdeki sulak alanların hemen tamamında (su rejimine yapılan müdahaleler, kirlenme, aşırı ve yanlış avlanma, yabancı türlerin atılması gibi nedenlerle) ekolojik dengenin büyük ölçüde bozulduğu görülmektedir. Hatta pek çok alanın çok acil önlemler alınmadığı takdirde tamamen kaybedilmesi söz konusudur.
1980`li yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye`de de sulak alanların korunması konusunda özellikle sivil toplum örgütlerinin çabaları yoğunlaşmış ve kamu kurumları üzerinde oluşturulan baskı sonuçlarını vermeye başlamıştır. Nitekim 1991 yılında Çevre Bakanlığı`nın kurulmasıyla birlikte, Bakanlık bünyesinde bir sulak alanlar birimi oluşturulmuş, 1993 yılında Başbakanlık tarafından "Sulak Alanların Korunması Genelgesi" yayımlanmış ve ilk kez sulak alanların korunması hükümet politikası olarak kabul edilmiştir. 1994 yılında ise Türkiye Ramsar Sözleşmesi`ne taraf olmuş ve akabinde uluslararası öneme sahip sulak alanlardan Manyas Gölü, Burdur Gölü, Sultan Sazlığı, Seyfe Gölü ve Göksu Deltası`nı 1994 yılında, Kızılırmak Deltası, Gediz Deltası, Ulubat Gölü ve Akyatan Lagünü`nü ise 1998 yılında olmak üzere uluslararası öneme sahip sulak alanlarından dokuzunu Ramsar Sözleşmesi`ne dahil ettirmiştir. Bunların toplam alanı 159 300 hektardır. Bu dönemde, özellikle doğa koruma ile ilgili gönüllü kuruluşların çabalarını sulak alanların korunmasına yoğunlaştırması ve kamu kurumları üzerinde baskı oluşturmaları oluşturmaları sonucunda; sulak alanların kaybına neden olabilecek pek çok projenin revize edilmesi, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği`nin ve 2003-2008 Ulusal Sulak Alan Stratejisi`nin uygulamaya konması, Ulusal Sulak Alan Komisyonu`nun kurulması ve sivil toplum örgütleri ile bilim adamlarının daha etkin bir şekilde karar ve yönetim süreçlerine katılması gibi önemli kazanımlar elde edilmiştir. Ancak, politik, yasal ve kurumsal anlamda elde edilen tüm bu kazanımlara rağmen, Türkiye`deki sulak alanlar hala büyük tehlikelerle karşı karşıyadır ve hala sulak alan kayıpları devam etmektedir. Bunun başlıca nedeni, hala kamuoyunda sulak alanların öneminin yeterince bilinmemesi ve sulak alanların önemsenmemesi, su ve arazi kullanım plan ve programlarını geliştirenler arasında sulak alanların korunması fikrinin yeterince benimsenmemesi ve kabul görmemesi, hala bunlar arasında kurutulan sulak alanlarda yaşanan olumsuzlukların farkında olmayan ve sulak alanların kurutulmasından toplum yararı bulunduğuna inanan önemli bir kitle bulunması ve bu kitle siyasilerden de önemli destek almasıdır.
Türkiye Sulak Alanlar Bakımından Avrupa ve Orta Doğu`nun En Önemli Ülkesidir!
Türkiye`nin Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasındaki geçiş noktası üzerinde bulunması, üç tarafının farklı ekolojik karakterdeki denizlerle çevrili oluşu, deniz seviyesinden 5000 metreyi aşan yükseklik farklılıkları ve bu özellikleri neticesinde ortaya çıkan iklim çeşitliliği, Türkiye`yi sulak alanlar bakımından bulunduğu coğrafyanın en önemli ülkelerinden biri yapmıştır. Batı Palearktik Bölge`deki dört kuş göç yolundan ikisinin Anadolu üzerinden geçmesi Türkiye`nin önemini arttıran bir başka etken olmuştur.
Türkiye`de "Ramsar Sözleşmesi Sukuşu ve Balık Özel Kriterleri" ne göre 76 uluslararası öneme sahip sulak alanın bulunduğu belirlenmiştir. Bunların toplam alanı 1 295 546 hektardır. 76 alandan 72`sinin sukuşları, 4`ünün balıklar, 16` sının ise hem sukuşları hem de balıklar bakımından uluslararası öneme sahiptir. Ramsar Sözleşmesi`nin diğer kriterlerine göre yapılacak değerlendirmelerin de tamamlanmasıyla Türkiye`deki uluslararası öneme sahip sulak alanların sayısı daha da artacaktır.
Türkiye`deki Sulak Alanlara İlişkin Temel Sorunlar
Su Rejimine Yapılan Müdahaleler: 1950` li yıllardan sonra tüm dünyada olduğu üzere Türkiye`deki sulak alanlar içinde en önemli sorun sulak alanların kurutulması idi. 1994 yılında Türkiye`nin Ramsar Sözleşmesi`ne taraf olmasıyla sulak alan kurutma politikaları terkedilmiştir. Ancak, sulak alanda aşırı miktarda su alınması, sistemi besleyen akarsuların barajlarda tutulması veya yönlerinin değiştirilmesi ya da yer altı sularının aşırı kullanımı gibi nedenlerle hala çok büyük boyutlarda sulak alan kayıpları yaşanmaktadır.
Su kalitesinin bozulması: Sulak alan ekosistemleri bulundukları havzanın en çukur yerinde veya en alt noktasında oluşmuşlardır. Bu yüzden havzadaki tarım alanlarının drenaj suları, yerleşim alanları ve sanayi tesislerinin atık sularının hemen tamamı nihayetinde sulak alanlara ulaşmaktadır. Gerek yerleşim alanlarının, gerekse sanayi tesislerinin çok büyük bir kısmının henüz arıtma tesisleri bulunmadığı için kirliliğe neden olmaktadırlar.
Habitat tahribi: Geçmiş yıllarda olduğu kadar olmasa da hala, altyapı ve turizm yatırımları, sulak alanlardan ve bunları besleyen akarsu yataklarından kum ve çakıl alınması, kontrolsüz saz kesimi, saz yakılması, aşırı otlatma, vb. nedenlerle habitat bozulmaları ve kayıpları yaşanmaktadır.
Doğal sulak alanlara yabancı türlerinin atılması: Geçmişteki uygulamaların pek çoğu önemli problemlere neden olsa da, özellikle ticari değeri yüksek türler hala sulak alanlara atılmaktadır.
Yönetime İlişkin Sorunlar: Yukarıda belirtilen sorunların pek çoğunun önlenememesinin temelinde yönetime ilişkin sorunlar yatmaktadır. Bu sorunları şöyle sıralayabiliriz.
Hala karar vericiler ve planlamacılar da dahil olmak üzere, kamuoyu tarafından sulak alanların öneminin yeterince anlaşılmaması.
Su ve arazi kullanım planlarında sulak alanların korunması ve akılcı kullanımı ilkelerinin dikkate alınmaması.
İlgili kurum ve kuruluşlar arasında etkin bir iletişim ve işbirliğinin sağlanamaması.
Alanların yerinden yönetimini sağlayacak, aynı zamanda alanın ekolojik karakterindeki değişimleri sürekli ve düzenli olarak izleyecek ve gerekli tedbirleri zamanında alabilecek bir idari mekanizmaların bulunmayışı.
Ne Yapılmalı?
Türkiye`de özellikle son 10-15 yıl içerisinde sulak alanların korunması konusunda önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bu kazanımların başında Sulak Alanların Korunması hakkında Başbakanlık Genelgesi, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği ve 2003-2008 Ulusal Sulak Alan Stratejisinin uygulamaya konması, Ulusal Sulak Alan Komisyonu`nun kurulması ve sivil toplum örgütleri ile bilim adamlarının karar ve yönetim süreçlerine daha etkin bir şekilde katılması söylenebilir. Ancak, politik, yasal ve kurumsal anlamda elde edilen bu kazanımlara rağmen Türkiye`deki sulak alanlar hala büyük tehlikelerle karşı karşıyadır ve hala sulak alan kayıpları devam etmektedir. Sulak alan kayıplarının önlenmesi ve iyi yönetimle geliştirilmesi için aşağıda belirtilen önlemlerin mutlaka uygulanması gerekmektedir.
Sektörel politikaların (özellikle su ve arazi kullanım politikalarının) Ramsar Sözleşmesince öngörülen akılcı kullanım kavramı ile uyumlu hale getirilmeli; sulak alan kaybına neden olan (Bataklıkların Kurutulması ve Bundan Elde Edilecek Topraklar Hakkında Kanun, Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun, Sıtma ile Mücadele Kanunu) yasal düzenlemelerin ilgili hükümlerinin yürürlükten kaldırılmalı; sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve akılcı kullanımını öngören yasal düzenlemeler güçlendirilmelidir.
30 Ocak 2002 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanarak yürürlüğe giren "Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği"nin (özellikle Koruma Bölgelerinin Belirlenmesi ve Yönetim Planlarının Hazırlanması ile ilgili hükümleri olmak üzere) mutlaka eksiksiz uygulanmalıdır.
Yine, Türkiye`deki sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve akılcı kullanımının sağlanmasında önemli araçlardan biri olan ve Aralık 2003`de Ulusal Sulak Alan Komisyonu tarafından da kabul edilen "Ulusal Sulak Alan Stratejisi" nde öngörülen hedeflerin gerçekleştirilmesi için ilgili tüm kurum ve kuruluşlar sorumlulukları dahilinde harekete geçmelidir.
Sulak alan kayıplarının en önemli nedenlerinden biri de hala sulak alanların öneminin politikacılar, karar vericiler, arazi ve su kullanım planlamacıları tarafından hala yeterince anlaşılmamış olmasıdır. Bu durumu değiştirmek için özellikle Dünya Sulak Alanlar Günü, Dünya Su Günü, Biyolojik Çeşitlilik Günü gibi özel günler de seminerler ve toplantılar düzenlenerek, kitap ve broşürler, gazeteler, televizyonlar, internet gibi tüm araçlar kullanılarak söz konusu gruplar sulak alanların önemi, işlev ve değerleri hakkında bilgilendirilmelidir.
Başta Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere, tüm ilgili kurumların altyapı ve teknik donanım yönünden kapasiteleri artırılmalıdır. Hizmet içi eğitimlere öncelik verilerek özellikle yerel birimlerdeki teknik personele (TBMM`nde görüşülmekte olan Kamu Reformu Temel Kanunu ve Yerel Yönetimler Yasası ile yetkilerin özel idarelere ve belediyelere devredileceği düşünüldüğünde) sulak alanların ekolojik işleyişini değerlendirebilecek, yorumlayabilecek ve planlama yapabilecek düzeyde gerekli bilgi ve deneyim bir an önce kazandırılmalıdır.
Ramsar Sözleşmesi Sulak Alan Yönetim Planlaması Rehberi ilgili kurumlara benimsetilmeli; Ramsar alanları başta olmak üzere, öncelikli alanlar için yönetim planları yapılmalı ve uygulanmalıdır. Yönetim planlarının hazırlanması sürecinde, gönüllü kuruluşların yanı sıra balıkçılar, avcılar, çiftçiler gibi sulak alanlarda yaşayan ve sulak alanlardan faydalanan halk da dahil olmak üzere tüm tarafların en geniş katılımı sağlanmalı ve katkıları alınmalıdır.
Yasaların gerektirdiği tedbirlerin uygulanması için daha etkili denetim mekanizmaları geliştirilmelidir
Sulak alanların ekolojik karakterinde olabilecek değişiklikleri tesbit etmek ve zamanında gerekli müdahaleleri yapabilmek için izleme programları geliştirilmeli ve uygulanmalıdır.
Geçmişte kurtulan ya da çeşitli nedenlerle ekolojik karakteri bozulan sulak alanların restorasyonu ve rehabilitasyonu için eylem planları geliştirilmeli ve uygun alanlarda uygulamaya geçilmelidir.
Ornitoloji
-
Kız Kuşu Türleri Nelerdir
-
Leyleklerin Göç Yolları
-
Avrupa'dan Afrika'ya Türkiye üzeri göçen kuşların rotaları
-
Ülkemizde Kuş Halkalama Çalışmaları
-
Kuş Halkalama Çalışmaları
-
Kuş Gözlem Rehberi
-
Kuşların İskelet Yapısı
-
TÜRKİYE KUŞLARI TÜR LİSTESİ
-
Kuşların Vücut Kısımları
-
Kuşlarda Eşleşme Sistemleri PDF
-
Göçmen Kuşların Yol Haritası
-
Göçmen Kuşlar Listesi
-
Hangi Kuşlar Göç Ederler ?
-
Leylekler ülkemize Ne Zaman Gelirler Ne Zaman Giderler
-
Leyleklerin göçü belgesel