Ekosistem genel özellikleri ve işlevi
Ekosistem nedir?
Ekosistem, belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden ekolojik sistemlere ekosistem denir
Ekosistem aynı zamanda bir besin ağı ile şekillenmektedir. Ekosistem, küresel ölçekte bir düzeni ifade etmekle beraber yerel ve korunaklı bir sistemin varlığına da atıfta bulunabilir. Örneğin eğer söz konusu ekosistem bir tarım alanı içinde gelişiyorsa buna agroekosistem adı verilir.
Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan organizmalarla (biyotik), bitki ve hayvanların birbirine eklemlendiği ve ayrıca kaya, toprak gibi fiziksel çevre faktörlerinin (abiyotik) bir arada bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir.
Ekosistem yaklaşımı, bireysel organizmalar ya da topluluklardan çok tüm alanın işlevlerinin nasıl olduğuyla ilgilenir. Bir alandaki organizmalar ve cansız çevreleriyle olan ilişkilerine bakar. Bir ekosistem, temel olarak abiyotik maddeler, üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardan oluşur. Ekosistemlerde yaşam, enerji akışı ve besin döngüleriyle sürer. Açık bir sistem olan ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı süreklidir. Sistem kuramı, ekolojik bakış açısının sosyolojik boyutunu ele almaktadır. Ayrıca sibernetik disiplini, canlılarda kontrol ve iletişim boyutuyla kaynağını yine ekosistemde bulmaktadır.
Bir ekosistemin dört temel bileşeni vardır. Üreticiler ototroflar, tüketiciler (hetotroflar), ayrıştırıcılar (saprofitler) ve doğal çevre. İlk üç bileşen, dördüncü bileşenin oluşturduğu cansız doğa içinde varlıklarını sürdüren canlı yaşamı kapsar. Cansız doğal çevre ile bu çevre içinde yaşamlarını sürdüren canlılar arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri inceleyen bilim dalına ekoloji adı verilir.
Ekosistemlerin belirgin özelikleri
Bir ekosistem biyosferin, bir bölümü ya da parçasıdır ; büyüklüğü ya da genişliği çok değişik olabilir. Bir Su birikintisi, bir Buğday tarlası birer ekosistemdir. Fakat kurumuş bir Ağaç kütüğü gibi son derece belirgin ve dar sınırlı öğeler de birer ekosistem parçası sayılabilir. Ama kısıtlı ekosistemelerin genellikle zaman içinde sınırlı bir yaşamı vardır.
Bu yüzden bunlar birer ekosistem parçası sayılır, sinüzi adıyla anılır. Bunun tam tersine Afrika savanaları ya da Avrupa’nın geniş yapraklı ormanları gibi, kimi Ekosistemler çok geniş bölgeleri kaplar. İklimin denetimi altında bulunan kutuplardan ekvatora kadar az çok paralel bölgelere yayılan bu öğeler deformasyon (oluşum) veya biyom adıyla anılır. Bunlar, bir genel görünümün kendine özgü bir direy (fauna) ve bitey (flora) içeren karakteristik ana öğeleridir.
Boyutları ne olursa olsun, bir Ekosistemin sınırları az çok belirgindir. Çoğunlukla birbirine komşu ekosistem arasında bir geçiş bölgesi (ekoton) vardır. Geçiş bölgesi, bir ormanın kıyı çizgisi gibi veya ekvator ormanından savanalara geçişte olduğu gibi yaygın bir bölge olabilir.
Ekotonların belirgin özelliği, kendine özgü iklimi ve daha zengin direyidir. Bunun için, kıyı kuşu türlerinin sayısı kara ve açık deniz kuşlarınınkinden fazladır. (Çünkü kıyı kesimi, anakara ile Okyanus arasında bir ekoton oluşturur.) Ekosistemlerin sınırlarının belirlenmesi, özellikle hayvan sayısı gözönünde bulundurulacak olursa, hiç de kolay değildir.
Bu konuda birçok örnekleme ve istatistik verilerini değerlendirme yöntemleri bulunmuştur. Bu bakımdan, bellibaşlı hayvan türlerinin bolluğunu, dağılımını, yıllık çevrimlerini, sayılarının azalıp çoğalmasını, metabolizmalarını bilmek gerekir. Bu veriler ya yerinde ya da yetiştirme yoluyla elde edilebilir. Bu birinci aşama tamamlandıktan sonradır ki, Ekosistemleri yapısını ve işleyişini incelemeye başlamakmümkün olabilir.
Ekosistemlerin evrimi
Bir Ekosistem, insana durağan gözükse bile jeolojik ölçü içinde evrime uğrar. Nitekim, ılıman Avrupa’da, çıplak toprağa canlıların yerleşmesi, otsu Bitkilerin öncü olarak yerleşmesiyle başladı. Sonradan bunun yerini, birbirini izleyen çeşitli bitki toplulukları aldı ve klimaks da denen son evrede ormanlar ortaya çıktı. Ekosistemlerin bu evrimi de bazı yasalarla yönetilir .
Evrim süresinde ekosistemlerin karmaşıklığı giderek artar türlerin sayısı çoğalır canlıyığın büyür, genişler Brüt üretkenlik canlıyın oranı azalır, brüt üretkenlik solunum oranı bire yaklaşır bunun sonucu olarak da net üretkenlik sıfıra yönelir Klimaks evresindeki bir ekosistem kararlı bir durumdadır canlıyığını artık büyümez.
Ekosistem çeşitleri
Belirli bölgede bulunan ve birbiri ile dolaylı ya da dolaysız ilişkide olan canlılarla bu canlıların yer aldığı cansız çevre Ekosistemi oluşturur. Doğada büyük ekosistemler ve bunların içerisinde de daha küçük ekosistemler bulunur. Tabiat farklı özellikte pek çok ekosistemin birleşmesinden oluşur.
Kara ve su ekosistemi olmak üzere başlıca iki çeşit ekosistem bulunur. Kara ekosistemlerini çayırlar çöller, mağara, step, tundra, ova, dağ gibi daha küçük olan ekosistem parçaları oluşturur. Su ekosistemlerini de okyanus, deniz, Göl, ırmak, havuz, bataklık gibi ekosistem parçaları oluşturur. Çevredeki ekosistemlerin birleşmesiyle yeryüzünün doğal ortamı oluşmaktadır. Çevredeki her ekosistem çeşidinin kendisine has olan farklı fiziksel ve kimyasal özellikleri bulunur.
Ekosistemdeki bozulmaların çevreye etkileri
Ekosistemdeki bozulma bir bütün olan çevrenin yapı ve işleyişini olumsuz etkiler Bazı varlıkların azalması diğer bazı varlıkların azalmasına da neden olur. Madde döngülerinin gerçekleşmesi zorlaşır. Sonuçta doğadaki enerji tükenmeye doğru gider.
1- Dünya Coğrafyasının Değişmesi.
2- İklimin Değişmesi.
3- Erozyonların Oluşması.
4- Su Kaynaklarının Azalması.
5- Enerji Kıtlığının Başlaması.
6- Canlı Çeşitliliğinin Azalması.
Kaynak: ekosistem.nedir.com/#ixzz2MzEIlcOZ
EKOSİSTEM, EKOSİSTEMİN İŞLEYİŞİ VE EKOLOJİK DENGE
Doğada küçük büyük hiç bir canlı tek başına değildir. Her canlının etkilenmekte ve etkilemekte olduğu bir çevresi vardır. Canlılar, cansız varlıklar ve o çevredeki ilişkileri etkileyen ısı, ışık, basınç, nem gibi fiziksel koşullar hep birlikte bulunurlar.
Çevrebilimde (Ekoloji) belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim halinde bulunan canlılar ile onların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütüne “Ekosistem” adı verilmektedir.
Bu tanımdan hareketle örneklersek; Deniz, bataklık, orman, evimizdeki akvaryum, yaşadığımız kent, her biri ayrı bir ekosistemdir. Bunların hepsinde canlılar vardır, onların cansız çevreleri vardır ve bunlar bir birleriyle sürekli etkileşim halindedirler.
Dünyamız da bir ekosistemdir. Ve Dünya ekosistemine dışarıdan katılan tek şey güneş enerjisidir.
Çevre sorunlarının doğru algılanmasında “Ekosistem” kavramının bilinmesi çok önemlidir. Bu nedenle bu yazıda kısaca ekosistemlerin yapısını anlatmaya çalışacağım.
Tüm ekosistemler iki tür temel ögeden oluşurlar:
Canlı Ögeler
Üreticiler
Tüketiciler
Ayrıştırıcalar
Cansız Ögeler
İnorganik maddeler
Organik maddeler
Fiziksel koşullar
Bu ögeleri kısaca tanımlayacak olursak;
Üreticiler; yeşil bitkilerdir ve ekosistemin canlı ögeleri arasında en önemli olanlardır. Dünya’ya gelen güneş enerjisini fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye çevirirler ve besin maddeleri olarak dokularında depo ederler. Diğer canlılar ise yaşamları için gerekli olan enerjiyi beslenme yoluyla yeşil bitkilerden sağlarlar. Yeşil bitkilerin diğer çok önemli bir işlevi ise fotosentez sonucu tüm canlıların solunumlarında kullandıkları oksijeni sağlamalıdır.
Tüketiciler; hayvanlardır. Doğal olarak insanlar da bu grupta bulunurlar. Tüketiciler, otoburlar ve etoburlar olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Otobur canlılar besin (enerji) gereksinimlerini bitkileri yiyerek sağlarlar. Etobur olanlar ise otobur hayvanları yemek suretiyle, onların bitkileri yiyerek kendi bünyelerinde depo ettikleri enerjiyi kullanırlar.
Ayrıştırıcılar; bakterilerdir. Ekosistemin yine çok önemli bir ögesidirler. Ölü hayvan ve bitki dokularını ayrıştırmak suretiyle, onlarda bulunan kimyasal maddeleri, canlılar tarafından yeniden kullanılmak üzere ortama kazandırılar.
İnorganik maddeler; karbon, oksijen, hidrojen, azot, fosfor, kalsiyum, potasyum gibi tüm elementler, su ve karbon dioksit gibi küçük moleküllerdir.
Organik maddeler; karbonhidrat, yağ ve proteinler gibi canlı hücrelerinde üretilen bileşiklerdir. Bunlar ekosistemin canlı ögeleri tarafından besin maddesi olarak kullanılırlar.
Fiziksel koşullar ise ; ısı, nem, ışık, yağış, rüzgar, akıntı ve basınç gibi etmenlerdir.
Tüm ekosistemlerde canlı ve cansız ögeler, bir birleriyle sürekli etkileşim halindedirler. Ögeler arasındaki sürekli etkileşimin nelerden ibaret olduğuna, diğer bir deyişle ekosistemin işleyişine bakacak olursak; tüm ekosistemlerde canlı ve cansız ögeletrin üç temel işlevle bir birlerine bağlı oldukları görülür.
Bu işlevler şöyle sıralanabilir:
Enerji akımı
Kimyasal madde döngüleri
Populasyon (nüfus) denetimleri
ENERJİ AKIMI
Ekosisteme enerjiyi, güneş enerjisini fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye dönüştürebilen, üreticiler (yeşil bitkiler) sağlarlar. Bitkilerin dokularında organic maddeler şeklinde depo edilen bu enerjinin bir kısmı bitkilerin yaşam işlevleri için kullanılır. Diğer bir kısmı ise beslenme zinciri yoluyla tüketicilerin (otobur hayvanların) vücuduna geçer. Otobur hayvanlar da beslenme yoluyla yeşil bitkilerden aldıkları bu enerjinin bir kısmını kendi yaşam işlevleri için harcarlar. Diğer bir kısmı ise onları yiyen etobur hayvanlara aktarılır. Böylece güneşten etobur canlılara doğru sürekli ve tek yönlü bir enerji akımı olur.
Bu arada ölen, tüm bitki ve hayvan dokularındaki kimyasal enerji, ayrıştırıcılar (bakteriler) tarafından
kullanılır.
KİMYASAL MADDE DÖNGÜLERİ
Yeşil bitkiler fotosentez sırasında , bulundukları ortamdan (hava, su, toprak) karbon di oksit, azot, fosfor, kükürt, mağnezyum v.b. inorganic maddeleri alırlar. Organik maddeleri sentez edebilmeleri için bunlara gereksinimleri vardır. Bu inorganic maddeler bitkilerle beslenen otobur hayvanlara, onlardan da etobur hayvanların dokularına geçer. Ortamdan sürekli olarak alınan ve canlıların bünyelerinde biriken inorganic maddeler oratama geri dönmezlerse, cansız ortam inorganic maddeler yönünden giderek fakirleşir ve bir sure sonra bitkiler fotosentez yapamaz hale gelir. Dengeli ekosistemlerde ölen bitki ve hayvan dokuları ayrıştırıcılar tarafından parçalanarak inorganic maddeler yaşam ortamına geri kazandırılır ve döngü tamamlanmış olur.
POPÜLASYON (NÜFUS) DENETİMİ
Ekosistemdeki canlı nüfusu, gerek canlılar arasındaki, gerekse canlının cansız çevresi ile olan ilişkileri sonucu bazı mekanizmalarla denetlenir. Hiçbir tür sürekli ve sınırsız olarak çoğalamaz. Canlı nüfusu, kolay yiyecek bulabilme, yaşam alanının uygun olması, iyi hava koşullarının varlığı ölçüsünde artarak, karşılaşılan yiyecek kıtlığı, hastalık, yaşam alanların daralması, ekolojik rekabet, çevrenin kirlenmesi gibi koşullarla da azalarak denge durumuna ulaşır.
Burada kavranması gereken önemli bir nokta; ekosistemlerde her üç tür işlevin tek tek değil, birlikte olmasıdır. Örneğin kedi bir fareyi yediğinde, hem fareden kediye enerji akımı gerçekleşmekte, hem farenin gövdesindeki kimyasal maddeler kediye aktarılmakta, hem de ekolojik rekabet sonucu fare nüfusu kedinin etkisiyle bir birey azalmaktadır.
Ekosistemdeki bütün bu öge ve işlevler, milyonlarca yıl olarak ifade edilebilecek çok uzun bir zaman sürecinde oluşmuş ve bir denge durumuna gelmişerdir. Buna “Ekolojik Denge” diyoruz.
İnsan faaliyetleri sonucu oluşan bazı olumsuz koşullar, bu denge durumunu bozar ve çevre sorunları oluşur.
Kaynakça : Ekoloji ve Çevre Bilimleri – F. Berkes – M. Kışlalıoğlu
Sayın Duman' ın da işaret ettiği gibi Anadolu toprakları Dünya' da eşi bulunmaz bir biyolojik çeşitliliğe sahip. Avrupa kıtasının tamamında bitki türü sayısı 12.000 civarında iken sadece Türkiye'deki bitki türü sayısı 10.000'e yaklaşmaktadır. Bu türlerden 3000 kadarı endemik olup sadece ülkemizde bulunmaktadır. Ülkemizde 80000 civarında hayvan türü olduğu kabul edilmektedir ve bu sayı tüm Avrupa'daki hayvan türü sayısının yaklaşık 1.5 katıdır.
Bu zenginliğe ve biyolojik çeşitliliğin öneminin her geçen gün artmasına karşın, ne yazık ki ülkemizde tüm kamu kurumlarınca kabul edilmiş ve kamuoyu tarafından benimsenmiş bir doğa koruma politikası geliştirilmemiştir.
Ülkemizdeki hızlı nüfus artışının yanı sıra, 1950’li yıllarda başlayan sanayileşme ve altyapı yatırımları, tarımda modern tarım alet ve tekniklerinin kullanılması, köylerden kentlere göç ve artan turizm faaliyetleri doğal kaynaklar üzerindeki baskının artmasına neden olmuş; kıyılar büyük ölçüde tahrip edilmiş; sularımızın bir kısmı kullanılmaz hale gelmiş; deniz ve göller kirlendiği için balık üretimi düşmüş; tarım alanlarının önemli bir kısmı sanayi ve yerleşime açılmıştır. Yine yanlış politika ve uygulamalar sonucunda biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengenin korunması yönünden son derece önemli olan orman alanları daralmış, mera alanlarının %50 den, sulak alanların %40 dan fazlası kaybedilmiş, kalanlarında ise ekolojik denge bozulmuştur.
Ülkemizdeki doğa koruma faaliyetlerinin tarihi 1950’li yıllara uzanmasına karşın, hukuki ve idari alanda gereken önem verilmediği ve yeterli kaynak ayrılmadığı için çabalar etkisiz kalmış ve arzulanan hedeflere ulaşmak mümkün olmamıştır.
Bu süreç içerisinde çok sayıda yasa çıkarılmış; ancak, bu yasalar farklı zamanlarda ve farklı ihtiyaçlara cevap vermek üzere hazırlandığı için, birbiriyle çelişen hükümleri içermekte, aralarında organik bir bağ bulunmamaktadır.
Doğa koruma ile ilgili çıkarılmış uluslar arası sözleşmelerin tamamına taraf olunduğu halde ulusal mevzuat uluslararası sözleşmelere uyumlu hale getirilmediğinden uygulamadaki dar boğazları aşmak mümkün olmamıştır. Uluslar arası sözleşmelerin yanı sıra ulusal mevzuat gereği birden fazla koruma statüsünün olduğu alanlarda bile etkili bir koruma ve yönetim sağlanamamıştır.
Planlama ve projelendirmelerde, kurumların kendi öncelikleri, görev, yetki ve sorumlulukları çerçevesinde bağımsız hareket etmeleri, işbirliğinden kaçınmaları uygulamada kaynak israfının yanı sıra, telafisi mümkün olmayan zararların yaşanmasına neden olmuştur. (2)
Ülkemizde yaşanan olumsuzluklara paralel olarak tüm Dünya' da da benzer olumsuzluklar yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Biyolojik çeşitlilik açısından çok değerli birer eko sistem olan sulak alanlar eşi görülmemiş bir tehdit altında bulunmaktadırlar. Tarım arazisi kazanmak amacıyla kurutmalar. Sıtma ve benzeri bazı hastalıkların kaynağı görüldüğü için bilinçsizce yapılan ilaçlamalar ve atık sularla kirletilme gibi nedenlerle önemli ölçüde yok edilmiştir ve bu olumsuz süreç günümüzde de devam etmektedir.
A. Oktay Demirkan
Yararlanılan Kaynaklar :
(1) Prof. Dr. İsmail Duman-Çokuluslu Saldırıya Karşı Kemalist Direniş Bilinci - Aydınlanma 1923
(2) 4.Çevre Şurası - Doğal Hayatın Korunması ve Sürdürülebilir Yönetimi Komisyon Raporu
Ekosistemlerin İşleyişi
EKOSİSTEM NEDİR:
Ekosistem
Doğada, canlı ve cansız varlıkların içinde bulunduğu, yaşamlarını sürdürdükleri ve birbirleriyle etkileşimde (ilişkide) bulundukları belli bir alana yani sınırlandırılmış çevreye ekosistem denir.
Ekosistemler canlı (biyotik) ve cansız (abiyotik) varlıklardan oluşurlar. Canlılar bulundukları ekosistemde hem diğer canlılarla hem de cansız varlıklarla sürekli ilişki kurarlar.
Ekosistemlerde insanlar, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve mikroorganizmalardan oluşan çevreye biyolojik (canlı = biyotik) çevre denir. Ekosistemlerdeki canlı varlıklar beslenme şekline göre üretici, tüketici ve hem üretici hem de tüketici canlılar olarak, yaşama şekline göre de çürükçül yaşayanlar, ortak yaşayanlar ve parazit yaşayanlar olarak gruplandırılırlar.
Ekosistemlerde su, sıcaklık, ışık, toprak, rüzgâr (iklim), nem, hava gibi cansız varlıkların oluşturduğu çevreye de ( cansız abiyotik) çevre denir.
Canlılar, bulundukları ekosistemde yani çevrede yaşamlarını sürdürebilmek için bu çevreye ve çevre şartlarına uyum sağlamak zorundadırlar. Bu nedenle canlılar her ekosistemde yaşayamazlar. Canlıların bir ekosistemde yaşayabilmeleri için özelliklerinin o ekosisteme uygun olması gerekir.
• Çölde yaşayan canlıların vücutlarında su depo edebilmeleri. (Kaktüslerin etli gövdelerinin develerin hörgüçlerinin olması).
• Kuzey Amerika’da yaşayan çöl tavşanlarının uzun kulaklarındaki kan damarlarının vücut ısısını yükseltmesi.
• Kutuplardaki ayı ve tavşanların vücutlarında kalın yağ tabakası bulundurmaları.
Bütün ekosistemlerin özellikleri farklıdır. Bir ekosistemin özelliğini o ekosistemi oluşturan su, sıcaklık, ışık, toprak, rüzgâr (iklim), nem, hava gibi cansız varlıklar belirler.
Ekosistemler çok küçük olabileceği gibi büyük ekosistemler de vardır. Taşın altında yaşayan canlıların oluşturduğu ekosistem olabileceği gibi çöl, orman, göl, akarsu, deniz ekosistemleri de vardır. Büyük ekosistemler içlerinde daha küçük ekosistemleri de barındırırlar. En büyük ekosistem ise Dünya’dır.
Ekosistem ikiye ayrılır:
1-Canlı Öğeler:Bitkiler (Üreticiler), Hayvanlar (Tüketiciler), Mikroorganizmalar (Ayrıştırıcılar)
Bitkiler Hayvanlar Mikroorganizmalar
2-Cansız Öğeler:
a)Kimyasal Etmenler İnorganik(su,oksijen,karbon) ve Organik(yağ protein vitamin içeren maddeler)
Su Karbon Yağ protein Karbonhidrat
b)Fiziksel Etmenler (Işık, Rüzgâr, Sıcaklık, Yağış)
Canlılar hidrosfer, atmosfer ve litosfer ile sürekli etkileşim halindedir. Bir ormanın bir ekosistem oluşturabilmesi gibi bir ağaç gövdesi, bir nehir, bir gölet, bir dağ, bir deniz ve hatta gezegenimizin tümü bir ekosistem olarak ortaya çıkabilir. Dünya ekosistemini diğer bir deyişle ekosferi atmosfer, hidrosfer, litosfer ve biyosfer oluşturur. Bu büyük ekosistemlerin içinde çok sayıda daha küçük ekosistemler bulunur.
SU EKOSİSTEMLERİNİN DOĞAL SİSTEMLERİN İŞLEYİŞİNE ETKİSİ
Su ekosistemleri ikiye ayrılır:
1) Karasal (Göl ekosistemleri, Nehir ekosistemleri, Bataklık ekosistemleri)
Göl Nehir Bataklık
2) Denizel (Okyanus ekosistemleri, Deniz ekosistemleri)
Su ekosistemlerini kara ekosistemlerindeki gibi, coğrafi sınırlarla belirlemek çok zordur. Çünkü sular, atmosferik olaylardan, karaların etkilendiği oranda etkilenmemektedirler. Ancak, deniz, tatlı su ve haliç gibi su havzalarının derinlikleri ve bileşimlerindeki farklı maddeler nedeniyle, sularda da farklı canlı bölgelerinden söz edilebilir. Buradan hareketle, su biyomları; deniz biyomları (tuzlu su) ve tatlı su biyomları olmak üzere, iki başlık altında incelenebilir.
DENİZ BİYOMLARI
Denizlerdeki tür topluluklarının dağılımında en önemli etken derinliktir.
Neiritik alan diye adlandırılan, 200 m derinliğe kadar olan deniz ortamı, tür topluluklarının en zengin oldukları bölgeyi oluşturmaktadır. Neiritik alanların, akarsularla beslenmesi, güneş ışınını fazla almaları, oksijen ve birçok çözünmüş maddenin fazla olması nedeniyle, deniz canlılarının en çok yoğunlaştığı bölgelerdir. Neiritik alan deniz canlılarının % 90’ını barındırmaktadır. Daha derin sahalara ise güneş ışınları daha az ulaştığı ve besin maddeleri az olduğu için canlı türleri çok azalmaktadır. Bu bölgelerdeki canlılar, daha üst tabakalardan inen besinlerle beslenmektedir.
NOT:Deniz ve okyanuslar doğada ısının dağılmasında ve atmosferde tuz dağılımında son derece önemlidir.Bu tuz kristalcikleri yoğuşma olayında son derece önemlidir.Aerosol denilen bu parcacıklar bulut oluşumuna yardımcı olur…
TATLI SU BİYOMLARI
Akarsular, göller, sulak alanlar ve bataklıklar tatlı su biyomlarını oluşturmaktadır.
Akarsular, ekosistemlerin önemli bir parçasını oluşturur. Akarsuyun yeraltına sızan kısmı akiferleri, yüzeysel akışa geçen kısmı da deniz ve okyanusları besler. Akarsular birçok bitki ve hayvan türü için yaşam alanı oluşturur. Akarsuların akış hızı ve kimyasal özellikleri akarsuyun barındırdığı hayvan türü ve sayısı üzerinde etkili olan faktörlerin başında gelir. Bir akarsuda çağlayanlar varsa biyolojik üretim ve çeşitlilik az olur.
Çünkü balıklar ve diğer canlıların çağlayanları aşmaları çok zor bir durumdur. Yatak eğiminin fazla olduğu yerlerde bol miktarda alüvyal malzeme taşınıyorsa akarsu bulanık bir görünüm arz eder. Suyun bulanık olması birçok canlı için olumsuz sonuçlar doğurur. Akarsu denize ulaşıyorsa ağız kesimlerinde tatlı su ve tuzlu su birbirine karışır. Buralar bitki ve hayvan türleri bakımından zengin alanlardır.
Akarsuların taşıdığı elementler ve besin maddeleri buralardaki biyolojik çeşitliliği artırır.
Akarsu ağızları mikroorganizmalardan kuşlara kadar birçok canlının barındığı yerlerdir. Tüm deniz balık üretiminin % 90’ı kıyı sularından, özellikle de akarsu ağızlarından sağlanmaktadır.
Göller karalar üzerindeki durgun su ekosistemlerini oluşturur. Göllerin çevresinde yer alan sucul bitkiler gerek su kuşları gerekse diğer canlılar için hem barınma hem de beslenme alanları oluşturmaktadır.
SU DÖNGÜSÜ:
Su, yaşam kaynağıdır. Bütün canlıların ağırlıklarının önemli bir kısmını su oluşturur.
Yeryüzündeki su miktarının yaklaşık % 5’ i tatlı sulardır.
Güneş enerjisinin ısıtmasıyla, çeşitli kaynaklardan atmosfere çıkan su buharı; yağmur, kar, dolu gibi yağış biçimleriyle yeniden yer yüzüne döner. Bu suyun bir miktarı yer altı sularına karışırken, daha büyük kısmı, göl ve deniz gibi kaynaklarda birikir.
Su döngüsü de, öteki tüm döngüler gibi süreklidir. Bitkiler terleme ile su döngüsüne katılır.
Yer yeryüzündeki bütün sular katılmaktadır. Söz gelimi, denizlerden buharlaşan su, yağış olarak yer yüzüne dönmekte, bir kısmı yüzeysel sularda birikip, bir kısmı da yer altı sularına karışmaktadır.Yer altı sularının son toplanma yeri ise deniz ve okyanuslardır. Burada toplanan sular, su döngüsüne devam eder ( uzun su devri ). Deniz ve okyanuslardan buharlaşan suyun karalara geçmeden tekrar yağmur, kar, dolu biçiminde deniz ve okyanuslara geçmesine ise kısa su devri denir.
Bu döngüde suyun hareket etmesini sağlayan beş değişik olay vardır:
1- Yoğunlaşma ,
2- Yağış ,
3- Toprağa geçiş ve yeraltı sularının oluşumu,
4- Yüzeysel akıntı ve yüzey suları ile yeraltı sularının oluşumu,
5- Buharlaşma
Su buharı yoğunlaşarak bulutları oluşturur, koşullar uygun olduğunda yağış meydana gelir. Yağış şeklinde yeryüzüne düşen su, toprağa sızarak yeraltı sularına veya yüzeysel akıntı olarak okyanuslara, denizlere karışır. Yüzey sularının buharlaşmasıyla su atmosfere geri döner.
Kaynak: www.muhammedhasenoglu.org/su_mucizesi.html
Yoğunlaşma: Suyun buhar formundan sıvı formuna değişim sürecidir. Havadaki su buharı konveksiyon yardımıyla artar. Ilık-nemli hava yükselirken soğuk hava aşağı doğru hareket eder. Ilık hava yükseldikçe sıcaklığı azalıp enerjisini kaybettiğinden gaz halden sıvı veya katı (kar veya dolu) haline döner.
Yağış: Yağmur, sulusepken kar, kar veya dolu olarak bulutlardan salınan sudur. Atmosferde yoğunlaştığı, atmosferik hava akımında kalmasının zorlaştığı durumda su buharından sonra yağış meydana gelir.
Toprağa geçiş: Dünya yüzeyine erişen yağışların bir kısmı toprağa sızar (infiltrasyon) ve yeraltı sularını meydana getirirler.
Toprağa sızan su miktarı, toprağın eğimi, bitkilerin tipi ve miktarı, toprağın su ile doygun olup olmamasına bağlı olarak değişir. Yüzeyde büyük yarıklar, delikler bulunması, toprağa su geçişini kolaylaştırır.
Yüzeysel akıntı: Çok fazla yağış olduğunda, toprak suya doyar ve suyun fazlasını alamaz. Kalan su toprağın yüzeyinden akar (Runoff). Suyun toprağa emilemeyen kısmı yüzey suları olarak isimlendirilir. Yüzeysel sular kar ve buzların erimesiyle de oluşabilir.
Yüzey suları çaylara, derelere ve nehirlere akar. Yüzey suları daima daha alçak noktalara doğru taşınır, dolayısıyla okyanuslara karışır.
Yeraltı suları: Dünya yüzeyine erişen yağışların bir kısmı toprağa sızar (infiltrasyon) ve yeraltı sularını meydana getirir. Yeraltı sularının bir bölümü derinde kapalı bir su katmanına ulaşır ve kullanılabilmeleri için yeryüzüne özel bir yöntemle çıkarılmaları gerekir. Yeraltı sularının diğer bir bölümü ise basınç etkisiyle üst toprak katmanlarına doğru hareket eder ve yeryüzüne ulaşır. Bu sulara kaynak suyu denir. Yeraltı suyu toprak katmanlarından geçerken temas ettiği yüzeydeki mineral vb maddeleri de yapısına alır. Bu maddeler suyun yararlı bileşenlerini (demir, magnezyum vb) oluşturabileceği gibi arsenik, nitrat, tarım ilacı kalıntıları gibi zehirli maddeler de olabilir. Toprak sarsıntıları, yağmur ve eriyen kar suları, bu zehirli maddelerin suya karışma riskini artırır. Bu nedenle suyun bileşimindeki değişikliklerin sürekli izlenmesi ve güvenli hale getirilmesi için etkin filtrasyon yöntemleriyle arındırılması gereklidir.
Buharlaşma: Bitkilerin nemlenmesiyle ve toprağın buharlaşmasıyla oluşan sudur. Evapotranspiration, atmosfere yeniden giren su buharıdır.
Evapotranspiration, buhar olarak atmosfer içinde artmaya başlayan su moleküllerinin neden olduğu güneş enerjisinin suyu ısıttığı durumda oluşur.
Görüldüğü gibi, gereksinmemiz olan suyun bize ulaşması için birçok oluşum gerçekleşmektedir. Ve bu oluşumlar daima iş başındadır.
Güneş enerjisinin ısıtmasıyla, çeşitli kaynaklardan atmosfere çıkan su buharı; yağmur, kar, dolu gibi yağış biçimleriyle yeniden yer yüzüne döner. Bu suyun bir miktarı yer altı sularına karışırken, daha büyük kısmı, göl ve deniz gibi kaynaklarda birikir. Su döngüsü de, öteki tüm döngüler gibi süreklidir. Bitkiler terleme ile su döngüsüne katılır.
Yer yeryüzündeki bütün sular katılmaktadır. Söz gelimi, denizlerden buharlaşan su, yağış olarak yer yüzüne dönmekte, bir kısmı yüzeysel sularda birikip, bir kısmı da yer altı sularına karışmaktadır.Yer altı sularının son toplanma yeri ise deniz ve okyanuslardır. Burada toplanan sular, su döngüsüne devam eder ( uzun su devri ). Deniz ve okyanuslardan buharlaşan suyun karalara geçmeden tekrar yağmur, kar, dolu biçiminde deniz ve okyanuslara geçmesine ise kısa su devri denir.
BİYOLOJİ ÖDEV YARDIM
-
Mercanlar ve Mercan resifleri hakkında bilgi
-
Kulak Nedir? Kulağın Yapısı ve Görevleri Nelerdir?
-
Göz nedir ? Gözün görevleri nelerdir ? Canlılarda göz ve görme organı
-
Boğaz nedir ? Boğazın kısımları nelerdir ?
-
Omurga, columna vertebralis nedir ? Görevleri nelerdir ?
-
Doğal gübreler nelerdir
-
Kimyasal (yapay) gübreler nelerdir
-
Kortizol Nedir
-
Semantik Nedir ?
-
Karasal Ve Sucul Biyomların Özellikleri Nelerdir ?
-
Kaç çeşit biyom vardır
-
Bitki Ve Hayvanların Yeryüzündeki Dağılımını Etkileyen Faktörler Nelerdir?
-
Bitkisel dokular hakkında bilgi
-
Ekosistemde besin zinciri ve besin ağının önemi nedir ?
-
Genetik Algoritmalar