Epigenetik: Tüm Hastalıkların %1'inden Azı ''Bozuk'' Tekil Genlerden Kaynaklanıyor!
Ana akım medyada ve bu tür medyayı tüketmeye programlanmış zihinler arasında bozuk genler sanki birer "patlamayı bekleyen saatli bombaymış" gibi aktarılır.
Sanki atalarımızdan bize miras kalan hatalı genetik katkılarmış gibi... Ne var ki, tek bir gen üzerindeki tek bir nükleotitte meydana gelen mutasyonlardan (hatalardan) ötürü oluşan hastalıklar (monogenik hastalıklar) ile ilgili birçok yaygın kanının aksine, bu hastalıkların popülasyon içerisinde görülme sıklıkları aşırı nadirdir. Sayı vermek gerekirse, var olan bütün hastalıkların %1'inden daha azı, bu tür nokta mutasyonlardan kaynaklanır.
2003 yılında İnsan Genom Projesi'nin (İGP) tamamlanmasından sonra genlerimizin herhangi bir hastalığın "nedeni" olduğunu söylemek hatalı olmaya başladı. Tıpkı DNA'mızın vücudumuzdaki tüm proteinlerden sorumlu olduğunu iddia etmek gibi... Başlangıçtaki beklentilerimizin aksine, İGP insanın toplam DNA'sında (genomunda) sadece 20.000-25.000 gen olduğunu gösterdi. Bu projeden önce, vücudumuzda bulunan 100.000'den fazla proteinin (proteom) her birini kodlamak için, en az 100.000 genimiz olması gerektiğini düşünüyorduk.
Bu kısmı tam olarak anlatabildik mi bilmiyoruz: İnsanların vücudunda en temel proteinleri üretecek yapıtaşlarına yetecek kadar bile gen yoktur; kaldı ki bu proteinlerin davranışlarının hastalık ve sağlık durumumuza karar verecek kadar gen bulunsun...
Genetiğin "mavi kopya" (blueprint) modeli şöyle söyler: 1 gen, 1 proteini üretir, 1 protein de 1 hücre davranışını belirler. Bu, bir zamanlar biyolojinin kutsal kasesi idi. Ancak şu anda epigenetik alanının doğmasıyla giderek gözden düşüyor. Epigenetik, kelimenin tam anlamıyla "genin kontrol edebileceğinin ötesinde" demektir. Bu kimyasallar, DNA'nın nasıl yorumlanacağını, çevrileceğini ve ifade edileceğini belirler. Tek bir gen birden fazla proteinin üretilmesinde kullanılabilir ve şu da anlaşılmalıdır ki DNA, hangi genlerin ifade edileceğini (proteine dönüştürüleceğine) karar veremez.
Bunun yerine, karaciğer hücrelerini beyin ya da deri hücrelerinden farklı yapan epigenetik faktörlere bakmamız gerekir. Tüm bu hücreler birebir aynı, 3 milyar baz çiftini barındırırlar. Ancak düzenleyici proteinler veya çeviri-sonrası modifikasyonları gibi epigenetik faktrörler, hangi genlerin aktive olup hangilerinin susturulacağını belirler. Bu da, her bir hücrenin fenotipini (fiziksel özelliklerini) belirler.
Dahası, epigenetik faktörler diyet, kimyasallara maruz kalma, hastalık yapıcı mikroplar (patojenler) ve diğer çevresel etmenlerden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenirler. Düşünceler ve duygular da epigenetik faktörlerin nasıl iş göreceğini etkiler. Bu durum, bir zamanlar tamamen ebeveynden yavruya, dikey olarak aktarılan genetik bilginin aynı zamanda yatay ve çift yönlü olarak da aktarılabileceğini göstermektedir. Bu da, Fransız filozof Rene Descartes (1596-1650) tarafından "makinadaki hayalet" olarak tanımlanan "insan ruhunun" (bilinç, benlik, algılar, vb.), bedenden ayrı olarak tanımlanmasından kurtulması, beden ile zihnin bir bütün olması ve bu konunun nihayet yeniden biyolojik bilimlerin sahasına dönmesi anlamına geliyor.
Uzun lafın kısası, ne yediğimizden tutun da çevremizde nelere maruz kaldığımız bile DNA'mızı ve onun ifadesini etkilemektedir.
Bu duurm, kistik fibroz (KF) gibi tek genli (monogenik) hastalıkların klasik örnekleri olan durumların bile yeni bir açıdan incelenebileceği anlamına geliyor. KF hastalığında, kistik fibroz transmembran iletim düzenleyicisi (KFTİD) adı verilen genin hatalı ifadesi birçok sorunu doğurmaktadır. Ancak epigenetik faktörler ışığında bu genin Hint safranı (turmerik), Arnavut biberi ve soya fasulyesi gibi besinler içerisinde bulunan fitokimyasallara maruz bırakıldığında, ifadesinin kısmen veya tamamen düzelebildiği gösterildi.
Dahası selenyum, çinko, riboflavin, E vitamini gibi kimyasalların ana rahminde yeterince alınamaması gibi durumların KFTİD gibi genlerin hatalı ifade etmesine sebep olmasının, epigenetik yöntemlerle engellenebileceği de anlaşılmış oluyor. Bu da, Kathrine Shores (1925-2004) vakasında görüldüğü gibi, bazı insanların bu hastalıklarla nasıl 70'li yaşlarına kadar yaşayabildiklerini açıklayabilmemizi sağlıyor.
Tüm bu bulgulardan elde edilen sonuçlar gerçekten baş döndürücüdür: epigenetik olan ve genetik olmayan faktörler, bir hastalığın sonuçlarını doğrudan etkileyebilmektedir. Bazı monogenik hastalıkların etkilerini tersine çevirme ihtimalimizi bir anlığına göz ardı etsek bile, Genom-Sonrası Dönem'de öğrendiğimiz üzere, tüm hastalıklarımızdan DNA'mızı sorumlu tutamayız. Elbette birçok hastalık genlerimizden doğrudan etkilenmektedir; ancak bununla birlikte, DNA'mızı ne tür kimyasallara maruz bıraktığımıza da odaklanmak, hastalıkların etkisini, şiddetini ve görülme sıklığını önemli miktarda etkileyebilir.
Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)
Kaynak: My Science Academy
HASTALIKLAR
-
Cushing sendromu
-
Glossopalatine ankylosis Sendromu
-
Rett Sendromu
-
Bardet-Biedl Sendromu
-
Koolen-de Vries sendromu
-
Delesyon Sendromu - del(16p11.2)
-
Phelan-McDermid Sendromu - del(22q13.3)
-
Kleefstra sendromu del(9q34)
-
Subtelomerik mikrodelesyon sendromları
-
Langer-Giedion Sendromu - Trikorinofalangeal sendrom
-
WAGR sendromu
-
Angelman sendromu - del(15q11)
-
Prader Willi sendromu - del(15q11q13)
-
Lowe sendromu
-
Greig sefalopolisindaktili Sendromu