İnsan, diğer canlılardan ne kadar farklıdır
Diğer canlılardan farklılığımızı ortaya koyabilmek için düşünürler, bizim "konuşan", düşünen", "gülen", "politik davranan", "üretim araçları yapan" "hayvan" olduğumuz şeklinde formüller öne sürmüşlerdir. İnsanın diğer canlılarla karşılaştırıldığında ilk bakışta göze çarpan yanı, onun karmaşık ve zengin yapıya sahip olduğudur. Biz insanlar yaşayan bir organizma olarak, yaşam döngümüzün her aşamasında, hem doğuştan getirdiğimiz genetik mirasa hem de çevresel etkenlere bağlı bir biçimde görünüm ve davranış olarak farklılaşır dururuz. Bu farklılaşan özelliklerimizin bazıları, örneğin aramızdaki zengin duygusal ve düşünsel iletişimi sağlayan dil gibi, diğer canlılarda olmayan yalnızca bizim türümüze özgü kimi niteliklerdir. Saldırganlık ve şefkat gibi kimi tutum ve davranışlarımız ise, ilk bakışta diğer canlı türlerinde de bulunabilen özellikler olarak görünmektedirler. Gerek insana özgü gerekse de insana özgü olmayan bu geniş ve zengin davranış, duygu, düşünce dünyasının neye göre belirlendiği, nasıl şekillendiği sorusu insanlığın sorduğu en temel sorulardan birisidir.
İnsanın davranışlarını nelerin belirlediği sorusunun cevabı ahlakla, bilimin kesiştiği bir yerde bulunmaktadır. Düşünce ve dinler tarihi, bu sorunun cevabıyla ilgili tartışmalarla doludur. İnsan davranışlarına yüzeysel bir bakışla yaklaştığımızda onları, büyük ölçüde kişilik özellikleri, dünya görüşü gibi etkenlerin belirlediği sanabiliriz. Bunları nelerin belirlediği sorusu ise, bir süreden beri bilimin temel ilgi alanlarından birisi haline gelmiştir. Önceleri bu soruyu gündemine doğrudan almasa da, günümüzde ulaştığı birikimle genetik bilimi, insanın kalıtsal yanını araştırarak bu soruya bir ölçüde cevap bulmaya çalışıyor. İnsanın biyolojik ve bedensel yapısını, ebeveyninden miras olarak aldıkları ne ölçüde belirlemektedir sorusuna oldukça net sayılabilecek cevaplar verdiği söylenebilen genetik, şimdi de bu miras olarak aktarılanların davranışlarımıza ve ruhsal yapımıza olan etkilerini araştırmakta, yeni ve çoğu zaman sansasyonel tezler öne sürmektedir.
Son 150 yıldır yapılan bilimsel araştırmalar, insan dışındaki canlılarda kuşaktan kuşağa aktarılan türler arası ve tür içinde gözlenen farklılıklardan çoğunlukla kalıtsal etkenlerin sorumlu olduğunu göstermiştir. Ancak söz konusu olan insan varoluşu olduğunda, bu kadar kolay çıkarımlar yapılamamaktadır. Bugün bilim çevrelerinde genel olarak kabul gören yaklaşım, insan varoluşunun karmaşıklığı ve zenginliği dolayısıyla basitçe genlerin etkisiyle açıklanamayacağı ama genleri hesaba katmadan da bir insan olarak potansiyellerimizin ve zayıflıklarımızın biyolojik-bedensel temellerini anlayamayacağımızdır.
İnsan organizmasını belirleyen en önemli etkenlerden birisini, atalarımızdan kalıtım yoluyla devraldığımızın pek tartışılacak yanı yok gibidir. Tartışma, daha çok bu mirasın sonradan çevresel-kültürel etkenlerle ne kadar değişikliğe uğradığı ve ne ölçüde davranışlarımızda etkili olduğu konusunda çıkmaktadır. Atalarımızdan bize kalan mirasın yalnızca dış görünüşümüzü ve beden yapımızı değil, ama aynı zamanda, belli ölçülerde kalmak koşuluyla ruhsal özelliklerimizi (kişiliğimiz, huylarımız, tutumlarımız) de etkilediği genellikle kabul edilmektedir. Hatta Noam Chomsky gibi bazı ünlü dilbilimcilerin, insanın dili kullanma potansiyelinin bile genetik olarak aktarıldığı ve doğuştan getirildiği şeklindeki kanaatleri saygıyla karşılanmaktadır. Ama genetik mirasın etkisi konusunda ortaya çıkan bu geniş fikir birliği, çevresel-kültürel etkenlerin rollerinin küçümsenmesine yol açmamaktadır. Yine bugün kabul edilen görüşe göre, doğum öncesinden başlayarak ölene dek çevresel etkenlerin genetik mirasımızı, hatta yalnızca davranışsal olanlarını değil, biyolojik olanlarını bile, etkilemekte ve dönüştürmektedir.
Bilim dünyasında bedensel-biyolojik ve ruhsal-davranışsal yapımızı birlikte şekillendiren bu faktörlerin genetik-kalıtımsal olanlarına "doğuştan getirdiklerimiz", çevresel-kültürel etkilerle oluşan özelliklere "sonradan kazandıklarımız" denilmektedir. Bu yazıda "sonradan kazandığımız" çevresel-kültürel etkenler ve bedensel-biyolojik yapımız üzerinde değil de, daha çok "doğuştan getirdiğimiz" genetik-kalıtımsal faktörlerin ruhsal-davranışsal yapımız üzerindeki etkilerini ele alacağız. Böyle yapmakla, genetik devrim ve biyoteknoloji alanındaki gelişmelerin bizi sürükleyeceği tartışmalarda, genetik ve davranış ilişkisi konusunda gerekli temel bilgi donanımının elde edilmesine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Onları bu yazı dolayısıyla şimdilik dışarıda tutmamız, hiçbir şekilde çevresel-kültürel etkenlerin davranışlarımızdaki rollerini küçümsediğimiz şeklinde anlaşılmamalıdır.
"Doğuştan getirdiğimiz" genetik miras mı yoksa "sonradan kazandığımız" kültürel-çevresel etkenler mi davranışlarımızın şekillenmesinde önem taşırlar tartışmasının, bilim dünyasında birçok başka tartışmada uzantıları bulunmaktadır. Bunların başında ünlü "doğa mı, yetiştirme mi" (nature-nurture) ya da "içgüdü mü, öğrenme mi" tartışmaları gelmektedir.
Davranış Biyolojisi
-
Öjeni nedir ? Öjenikler neyi savunurlar ?
-
Ruhsal rahatsızlıklar ve kalıtım
-
Zeka geriliği
-
Davranışta kalıtımın rolü
-
Ethojinin insan davranışının açıklanmasına katkıları
-
Davranışlarımızdaki kalıtım mirasının alt-yapısı
-
İnsan, diğer canlılardan ne kadar farklıdır
-
Doğaya karşı yetiştirme, İçgüdülere karşı öğrenme
-
Bitkilerde Davranış
-
Genetik Yapımız ve Davranışlarımız Arasındaki İlişki
-
Canlılarda Sosyal davranışlar
-
CANLILARDA DAVRANIŞ VE UYARLAMA
-
Hayvanlarda davranış
-
Canlılarda davranış
-
Davranış Çeşitleri