İnsan vücudunun oluşumundaki organizasyon düzeylerini, hiyerarşik düzeni içinde açıklayınız.
vücudu trilyonlarca hücreden meydana gelmiştir. Hücreler, dokuları oluşturmakta ve dokular ise organları, organlar da sistemleri meydana getirmektedir.
Hücrelerin temel yapıları aynı olmakla birlikte şekil ve görev bakımından önemli farklılıkları bulunmaktadır. Hücre, vücudun temel yapı taşıdır.
Dokular, hücrelerin bir araya gelerek oluşturdukları yapılardır. Genellikle aynı işi görebilecek biçimde özelleşme göstermektedirler ve hücreler özel yapılar ya da maddelerle birbirine sıkı sıkıya bağlanmış durumdadırlar. Bu maddelerin özelliklerine göre de dokunun sertliği ve yumuşaklığı belirlenmektedir. Kemik dokusu ile kas dokusu arasındaki fark bundan gelmektedir.
Organlar, belirli bir işlevi görebilmek amacı ile değişik yapıların bir araya gelmesiyle oluşmaktadırlar. Hayatın en basit şekillerinde bile organların seçilebilmesi mümkündür.
Canlılarla, cansızlar arasında en önemli farklar oluşturmaktadırlar. Göz, mide, kalp gibi organların sinirsel kontrolü insanda daha büyük oranda gelişim göstermektedir.
Organlar, kaynağını embriyodaki öncü yapılardan almaktadırlar. Organların oluşum devresinde embriyon üzerindeki olumsuz etkiler, hatalı organ gelişimlerine neden olmaktadır.
Organlar ise sistemleri meydana getirmektedir. İnsan vücudunda bulunan başlıca sistemler aşağıda sıralanmıştır.
1* Sinir sistemi
2* İskelet sistemi
3* Sindirim sistemi
4* Dolaşım sistemi
5* Solunum sistemi
6* Üreme sistemi
7* Boşaltım sistemi
8* Kas sistemi
9* İç salgı sistemi
10* Lenfatik sistem
Genetiksel özellikler, etkinlik, sağlık düzeyi birtakım sakatlıkların yarattığı farklar dışında bütün bu organ sistemleri aynıdır.
Çocukta bu sistemler olmakla birlikte bir bölümü büyüdükçe diğer yapılara kavuşmakta, bir bölümü ise gerçek anlamda olgunlaşmaktadır. Sinir sisteminin yaşla birlikte olgunlaşmadığı, bebeğin zekâ gelişiminden anlaşılmaktadır.
Anne karnında bebeğin duyularının gelişimi
Gebe bir kadın bebeği ile ilgili pekçok değişik şeyi merak eder. Hamileliği sırasında bebeğin sağlığı ile ilgili meraklar doğal olarak önceliklidir. Ancak bebeğin iyi olduğu öğrenildikten sonra ilgi ve merak diğer konulara yönelir. Bebeğin büyüklüğü, boyu, kilosu, duruş şekli gibi değişik pekçok durum merak uyandırır. Anne adayını heyecanlandıran ve ilgisini çeken konulardan bir diğeri de bebeğinin kendisini duyup duymadığı, canının acıyıp acımadığı gibi duyular ile iligli olan durumlardır.
İnsanlarda 5 ana duyu vardır. Bunlar dokunma, tat alma, koku alma, işitme ve görmedir. Bu beş duyu bireyin dış dünya ile olan ilişkilerini düzenler. Duyuların anne karnındaki gelişimini tam anlamı ile bilebilmek doğal olarak olanaksızdır. Ancak gözleme ve hücresel incelemeye dayalı çalışmalar ile bunların gelişimi hakkında fikir edinilebilir.
Dokunma
Anne rahmi bebeğin dış dünyadan tamamen izole olduğu bir ortam değildir. Rahim içinde sürekli bir aktivite ve uyaranlar mevcuttur. Bu bebeğin tüm gelişimi için olması gereken bir durumdur
Anne karnındaki yaşamda gelişen ilk duyunun dokunma olduğu düşünülmektedir. Dokunma duyusu insanın dış dünya ile iletişiminin temel unsurudur.
Bebekte dokunma hissinin 8. gebelik haftası gibi çok erken bir dönemde başladığı düşünülmektedir. İlk dokunma hissi genelde ağız çevresinde ve yanaklarda ortaya çıkar. Bu haftada bebeğin yanağını oluşturacak olan kısmına tek bir saç teli dokunulduğunda bile bunu hissedebileceği kabul edilmektedir. Onuncu haftada genital bölgede, 11. haftada avuç içlerinde ve 12. haftada ayak tabanlarında dokunma hissi ortaya çıkmıştır. Bu bölgeler aslında erişkinlerde en fazla duyu reseptörlerinin bulunduğu dokunmaya en hassas noktalardır. Onyedinci haftaya gelindiğinde karnın ve kalçaların tamamı dokunmaya karşı hasassastır.
İnsan vücudunun en büyük organı nedir diye sorulduğunda değişik cevaplar verilir. Oysa bu organ cildimizdir. İnsan cildi pekçok değişik uyarıyı yorumlayabilen çok sayıda algılayıcı ile donatılmıştır. Ancak cildimizin algıladığı temel uyarılar sıcak, soğuk, basınç ve ağrıdır. Anne karnındaki bebek 32. haftaya ulaştığında vücudunun her bölgesi bu 4 temel uyarana cevap verecek gelişimi tamamlamış durumdadır. Buna karşılık bebeklerin ağrıyı algılayıp algılamadıkları konusunda elde yeterli veri yoktur.
Tat alma
Tat duyusu erken gelişen duyulardan birisidir. Tat almadan sorumlu olan algılayıcılar gebeliğin 13-15. haftasında mevcuttur ve bunların yapısı erişkinlerinki ile hemen hemen aynıdır. Bu nedenle bebeğin bu haftadan itibaren değişik tatları ayırt edebildiği düşünülmektedir.
Amniyon sıvısı sürekli yapım ve emilim halinde olan dinamik bir sıvıdır ve bebek sürekli olarak bu sıvıyı yutmaktadır. Amniyon sıvısı içinde değişik tatlara sahip olan purivik asit, laktik asit, sitrik asit, creatinin, üre, proteinler ve tuzlar vardir.
Son dönemlere ulaşıldığında bebeğin 24 saat içinde yuttuğu amniyon sıvısı miktarı neredeyse 1 litreye yaklaşmaktadır. Amniyon sıvısının içeriği tıpkı anne sütünde olduğu gibi annenin yediği besin maddelerinin tat ve aromalarını da taşır. Yapılan gözleme dayalı incelemelrde anne adayı tatlı besinler tükettikten sonra bebeğin yutma hareketlerinde artış, acı ve ekşi besinler tükettiğinde bu hareketlerde bir miktar azalma olduğu görülmüştür. Bu durum bebeğin annekarnındayken değişik tatları ayırtedebildiği tezini kuvvetlendirmektedir.
Koku alma
Tat ve koku aslında birbiri ile bağlı duyulardır. Biri olmadan diğer tam anlamı ile anlaşılamaz. Son dönemlere kadar anne karnındaki bebeğin koku alma duyusunun işlevsel olabileceği düşünülmüyordu. Çünkü kokunun hava ile taşınan ve nefes alıp verme ile ayırdedilebilen bir duyu olduğu kabul edilmekteydi. Ancak son yapılan araştırmalar bunun doğru olmayabileceğini, bebeğin burnundaki koku almadan sorumlu algılayıcı sistemlerin zannedildiğinden daha karmaşık olduğu fark edildi.
Bebeğin burnu gebeliğin 11-15. haftaları arasında oluşumunu tamamlar. Bu sırada amniyon sıvısı bebeğin tüm ağız, burun, geniz ve akciğer yapısı içinde dolaşır ve bebeğe değişik tat ve kokuya sahip maddeleri taşır. Bu maddeler direkt olarak tat ve koku almadan sorumlu algılayıcı hücreler ile temas halinde bulunarak onları uyarırlar. Bu nedenle bebekler daha anne karnındayken değişlik kokuları tanıyıp ayırt edebilirler.
Schaal ve arkadaşları anne karnında kokuların öğrenilmesi ile ilgili direkt ve indirekt kanıtlarla ilgili yaptıkları araştırmalarda şaşırtıcı sonuçlar elde etmişlerdir. Bunlardan birisi de kahvedir. Anne adayı kafeinsiz ya da normal kahve içtiğinde bebeklerin kalp atım hızı ve soluk alıp verme şekillerinde değişimler gözlenmiştir. Bunun kahvenin kokusuna bağlı olup olmadığı kesin değildir ancak kahvenin keskin kousunun da rolü olduğu ileri sürülmektedir.
Yeni doğan bebeklerin anne sütünün kokusuna karşı zaafları olduğu bilinmektedir ve bu durumun açıklaması olarak anne karnındayken sütün içeriğine benzer bir kokuyu hafızalarına aldıklarına inanılmaktadır.
Benzer şekilde değişik insan ve hayvan gözlemlerinde de bebeklerin annelerini kokusundan ayırtedebildikleri saptanmıştır. Bütün bu gözlemler bebklerin anne karnındayken bazı kokuları hafizalarına yerleştirdikleri tezini desteklemektedir.
İşitme
Anne karnındaki bebek amniyon sıvısı, rahim duvarı, anne adayının karnı gibi pekçok bariyerin arkasında bulunmasına rağmen rahim içi sessiz bir ortam değildir. Bebek burada pekçok titreşim ses ve harekete maruz kalır.
Aslınd arahim içindeki yaşam oldukça gürültülü sayılabilir. Annenin damarlarından geçek kan, barsak ve mide sesleri rahimiçindeki bebeğin karşılaştığı temel seslerdir. Bunların dışında anne adayının ve diğer kişilerin sesleri de bebeğe direkt olarak ulaşır. Tüm bu sesler içinde doğal olarak en güçlüsü bebeğin annesinin sesidir.
Bebeğin kulağı 8. haftada oluşmaya başlar. Duyma yeteneğinden sorumlu olan kemikler ve ses iletisini beyine taşıyan sinirler büyük ölçüde oluşumunu tamamlar ancak bu gelişim 24. haftada tamamlanır. 25. haftadan itibaren bebek annesinin sesini duyabilmektedir 27. haftada ise annesinin sesi dışında dışarıdan gelen seslere ve hatta babasının sesini bile duyup tepki verebilir. Ancak hem içinde bulunduğu ortam hem de bebeği içinde bulunduğu amniyotik sıvının olumsuz etkilerinden koruyan kremsi tabaka olan verniksin kulaklarını tıkaması nedeni ile sesleri büyük bir olasılıkla boğuk olarak duymaktadır.
Bebeğin seslere verdiği tepkiler de değişkendir. Ani kapı çarpması ya da benzeri şiddetli bir ses bebeğin anne karnında aniden sıçramasına neden olabilir. Benzer şekilde 5 saniye süre ile anne karnına uygulanan yüksek frekanslı bir ses bebeğin hem kalp atım hızında hem de genel hareketliliğinde 1 saate kadar varan artmaya neden olur.
Öte yandan reaktif duymaadı verilen durum biraz daha farklıdır. Burada işitme kulaktaki kemikler yardımı ile değil ses dalgalarını cilt ve kemikte yarattığı titreşimler yardımı ile gerçekleşir. Anne karnındaki bebeklerin 16. gebelik haftasından yani işitme sisteminin tam olarak gelişimini tamamlamasından 8 hafta öncesinden itibaren ultrasonda seslere yanıt vermesinin açıklaması bu şekilde yapılmaktadır.
Doğumdan sonra bebeğin annesinin sesine olumlu tepki vermesi ve genelde annesinin sesini duyduğunda sakinleşmesi rahim içi yaşamda aşina olduğu ve en iyi bildiği sese verdiği tepkidir.
Görme
Anne karnındaki yaşam sırasında en son gelişen duyu sistemi görmedir. Bebeğin göz kapakları 26. haftaya kadar kapalıdır. Bu sire içinde görmeden sorumlu temel birim olan retina gelişimini tamamlar. Yirmi altıncı hafta civarında bebek gözlerini açmaya başlar ve göz kırpabilir. Doğumdan hemen sonra bebek yaklaşık 30 santimetre uzaklığa kadar net bir şekilde görebilir. Bu mesafe emzirme sırasında anne ile bebeğin yüzü arasındaki yaklaşık uzaklıktır.
Anne karnındaki bir bebeğin görme işlevini test etmek olanaksızdır. Ancak erken doğan bebeklerde yapılan incelemeler 28 -34 haftalar arasında doğan bebekler incelendiğinde bu bebeklerin objeleri yatay ve düşey düzlemde 31-32. haftadan itibaren takip edebildiklerini göstermektedir. 33-34. haftada ise bu takip yeteneği zamanında doğmuş bir ebeğinki ile aynıdır.
Bebeğin gözleri 26. haftaya kadar kapalı olmakla birlikte anneadayının karnı üzerine uygulanan güçlü bir ışık kaynağına kalp atışlarında bir hızlanma ile yanıt verir. Gerçekte rahim içi mutlak karanlık değildir. Tıpkı sesleri geçirdiği gibi ışığıda geçirmektedir. Ancak bu geçirgenlik ses ile kıyaslandığında çok daha azdır. Buna rağmen bebek gündüz ile geceyi rahatlıkla ayırt edebilir.
Tek yumurta ikizleri 26-27. haftadan itibaren anne karnında birbirlerini görebilirler, birbirlerine dokunabilirler va hatta el ele tutuşabilirler.
33. haftadan itibaren bebeklerin göz bebekleri ışığa tepki vererek büyüyebilir ya da küçülebilir.
Yassı bir hücre tabakasının insan embriyosu haline gelmesi için birçok dönüşüm gerekir. Gebeliğin üçüncü haftasındaki kıvrılma ve gelişim, embriyonun yarı taraflarında, başında ve arka kısmının altında bir devinimle sonuçlanır: böylece içinde bağırsakların asılı olduğu içi boş bir tüp oluşur.
Bu, birçok organ sisteminin oluşumunun başlamasıyla ayna zamana denk gelir. Kıvrılmanın ardından diyafram ve akciğerlerle kalbi içeren göğüs boşluğundaki bölmeler, gelişmeye başlar. Bunlar, doğum sonrası normal işlevlerdir ve embriyonun gelişimi için önemlidir. Örneğin, eğer diyafram (göğüs ve karın boşluğunu ayıran büyük kas) tam olarak oluşmazsa karın bölgesi organları, akciğer boşluklarına kayarak akciğerlere baskı yapar ve onların gelişimini engeller.
Kalp ve kan damarları
Kalp ve kan damarları, işlev görmeye başlayacak ilk organlardır. Küçük bir embriyo bile, işlevsel olarak oldukça aktif olduğundan, kan dolaşımının iyi olması gerekir.
Gebeliğin üçüncü haftasında embriyo kan damarı grupları oluşur; bu gruplar büyürken birbirleriyle birleşik bir ağ oluştururlar. Bu ağ, gelişimini ayrıca sürdüren kalbe ulaşır. Böylece kalp atmaya başlar. Kalp atışları gebeliğin beşinci haftasından itibaren ultrasonla duyulabilir. Kalp başlangıçta basit bir tüpe benzer; onu dört odalı bir yapıya dönüştürecek bölmeler daha sonra gelişir. Bu bölmelerden biri gelişimini tamamlayamazsa, doğum sonrasında kalpteki kan akışının yönünü değiştirecek bir delik oluşur. Bu tür bozukluklar, cerrahi müdahaleyle düzeltilebilir.
Beyin ve omurilik
Beyinle omuriliğin (merkezi sinir sistemi) gelişimi, gebeliğin üçüncü haftasında başlar: embriyonik diskin (embriyoyu oluşturacak hücrelerin oluşturduğu diskin) arka tarafından yüzeysel bir yarık oluşur. Bu yarık, giderek derinleşir ve uçları birbirine kaynaşarak bir tüp oluşturur. Boyun bölgesinde başlayan kaynaşma, öne ve arkaya doğru ilerleyerek gebeliğin dördüncü haftasının sonuna doğru tüpün tamamen kapanmasını sağlar. Bazen tüpün bir ucu, nadiren de iki ucu anormal olarak açık kalır.
Tüpün beyni oluşturması gereken ucu açık kalırsa beyin ve kafatası, oluşmaz; bu durumda ya beynin bir kısmı, kafatasındaki bir açıklıktan dışarı çıkar ya da aşırı durumlarda beyinle kafatasının çatı kısmının olması gereken yerde açık ve gelişmemiş bir yapı görülür. Bu duruma anensefali adı verilir. Nöral tüpün arka ucunun kapanmasındaki bozukluksa spina bifıdaya yol açar.
Tüpün kapanmasının ardından merkezi sinir sistemi, hızla gelişmeye başlar ve bu gelişim süreci, doğumdan iki yıl sonrasına kadar devam eder. Merkezi sinir sistemi, aşırı hücre bölünmesi sonucu embriyo döneminde anormal gelişim göstermeye meyillidir. Gebeliğin ilk aylarındaki bir enfeksiyon ya da yorucu egzersizin neden olacağı ısı baskısı, merkezi sinir sisteminde biçim bozukluklarına yol açabilir. Nöral tüpün merkezinin içi oyuk kalır ve beyin-omurilik sıvısıyla dolar. Omurgayla kafatası, gelişmekte olan merkezi sinir sisteminin çevresinde oluşur.
Yeniden şekillenme dolayısıyla kemiklerin oluşmasından sonra merkezi sinir sisteminin gelişmeye devam etmesi olasıdır;-örneğin, içerde yaşlı kemiğin yok olması ve dışarıda yeni kemiğin oluşumu, aynı biçimde; ancak daha geniş bir yapının ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Gelişmekte olan beyinde bıngıldaklarla kafatasının yassı kemikleri, büyümeye olanak tanır.
Bazı sinirler, merkezi sinir sisteminin dışına doğru gelişerek vücuttaki kaslarla organlara ulaşır. Aralarında duyusal bilgi taşıyan sinirlerin de bulunduğu diğer sinirler, birbirlerinden ayrı olarak gelişir ve daha sonra merkezi sinir sisteminin uygun kısımlarında birleşirler.
Sindirim sistemi
Sindirim sistemi, kıvrılma sırasında yassı embriyonun alt kısmının içe doğru bükülmesiyle oluşan, basit bir tüp olarak başlar. Ust kısım, yemek borusuna dönüşür ve gelişen ağızla birleşir. Tüpün diyaframın altındaki kısmı, genişleyerek mideyi oluşturur. Bu tüpten gelişen diğer yapılar; karaciğer, safra kesesi ve pankreası meydana getirir. Kalan kısımsa, büyük bir değişime uğrayarak bağırsakları oluşturur.
Bağırsakların büyümesi öylesine hızlıdır ki bağırsaklar, gebeliğin 6. ve 10. haftaları arasında geçici olarak göbek kordonundaki vücut boşluğuna yayılır. Daha sonra karın boşluğu yeterli oranda genişleyerek bağırsakların normal konumlarına dönmesine olanak tanır. Bu süreç, kimi zaman başarısız olur ve bebek, bir tür göbek fıtığıyla doğar.
Solunum sistemi
Solunum sistemi, gebeliğin dördüncü haftasının sonunda, üst sindirim sisteminin ön kısmından gelişen bir tüp olarak ortaya çıkar. Solunum sisteminin ilk kısmı, kollara ayrılmadan kalarak, gırtlakla boğazı oluşturur. Diğer solunum yapılarının gelişimi, sürekli kollara ayrılma sürecini ve daha sonra farklılaşmayı içerir. İlk kollar, alt kısımdaki temel solunum yollarıdır (bronşlar). Kollara ayrılmanın sonraki evrelerinde daha küçük solunum yolları ve alveol oluşur; alveol, doğum sonrasında oksijenin kana karışmasını sağlar.
Akciğerler, gebeliğin 32. haftasına kadar gelişmez; 32. haftadan önce doğan bebeklerin, yaşama şansı azdır, yine de 23 haftalıkken doğan bebekler bile, bazı çok özel tedavi yöntemleriyle yaşatılabilir. Embriyo, gazlı bir
ortam yerine sıvı dolu bir kese içinde yaşadığından akciğerler yavaşça gelişir ve doğumdan önce işlevsel değildir; embriyo, oksijeni göbek kordonu atardamarları aracılığıyla plasentadan alır.
Üreme sistemi
Er bezleriyle yumurtalıklar, vücudun arka duvarında mezonefrozla aynı zamanda ve aynı bölgede gelişmeye başlar. Gebeliğin 7. haftasında, yumurtalıkları testislerden ayırmak mümkündür. Er bezleri, yumurtalıklar ve diğer üreme organlarının gelişiminin büyük bir kısmı, embriyo döneminde tamamlanır; yine bu dönemde yumurtalıklar, leğen bölgesindeki yerini alır ve testisler de testis torbasının içine yerleşir.
Yüz ve çene
Yüz ve çene, gebeliğin 4. haftasından itibaren gelişmeye başlar; gelişmekte olan başın her iki yanında bir dizi kalınlaşma meydana gelir; baş, orta kısımda birleşerek embriyo döneminin sonuna doğru küçük ama tanınabilir konuma gelen çene, ağız ve burnu oluşturmak üzere yeniden şekillenir.
Bu süreçte oluşabilecek temel sorun, yarık dudak ya da yarık damak oluşumudur; bu soruna normalde bu yapıları oluşturan kalınlaşmaların birbiriyle bağlanmasındaki bir bozukluk neden olur.
Gözler ve kulaklar
Gözlerin ağ tabakası (retina), beyinden çıkan uzantılar olarak başlar; bu uzantılar, başın yüzeyine doğru büyür. Retina gelişimini sürdürürken sapı olan bir fincana benzer. Bu fincan, daha sonra retinayla irisin (gözbebeğinin) bir parçası haline gelirken, sap da optik siniri oluşturur. Gelişmekte olan retinanın varlığı, başın yüzeysel yapılarının lensleri, korneayı ve gözkapaklarını oluşturmasına yardımcı olur. Retinanın olgunlaşması, doğumdan sonra bebeğin ışığa maruz kalmasıyla tamamlanır.
İç, orta ve dışkulakların hepsi, büyümekte olan başın yan kısımlarındaki yüzey yapılarından gelişir. İçkulağın (işitme ve denge organlarını içerir) habercisi, yüzey yapılarının altında yer alan dokulara gömülü olan içi boş bir kanaldır; bu kanal, gelişimi süresince önemli değişikliklere uğrar ve gebeliğin 5-7. haftaları arasında beyindeki sinirlere bağlanır. Havayla dolu olan ortakulak, sesleri dışkulaktan işitme organına ileten üç küçük kemik içerir. Bu kemikler, yutaktan çıkan ve daha sonra östaki borusu haline gelecek bir tüpün yanında gelişir. Dışkulak, ortakulağın kulak zarını oluşturan kısmıyla birleşmek üzere içe doğru gelişir.
Kızamıkçık ya da ateş gibi birçok zararlı etken, bu karmaşık organların normal gelişimini etkileyebilir. Embriyo döneminde ortaya çıkan kızamıkçık ya da ateş, doğuştan katarakt ve sağırlığa neden olabilir.
Kollar ve bacaklar
Kollarla bacaklar, gebeliğin 4. haftasında embriyonun yüzeyindeki küçük çıkıntılar olarak ortaya çıkar. Bu çıkıntıların uç kısımları, kürek şeklini alır; gebeliğin 6. haftasından itibaren kalınlaşmaya başlayarak el ve ayak parmaklarını oluşturur.
Kontrollü (ya da programlı) hücre ölümü, embriyonun birçok kısmında artık gereksinim duyulmayan dokunun atılması için önemli bir mekanizma oluşturur. Kollarla bacakların ilk iskelet yapısı, kıkırdaktan oluşur; gebeliğin 7. haftasından itibaren kıkırdakların yerini kemikler almaya başlar. Bacak yerine kolun gelişmemesini ya da parmakların doğru yerlerde oluşmasını neyin belirlediği henüz bilinmemektedir.
Kol ve bacak bozukluklarına, yaygın olarak rastlanır; bunlara genellikle genetik etkenler yol açar. Bazı ilaçlar da bu tür bozukluklara neden olabilir. Kollarla bacakların gelişimi açısından en kritik zaman dilimi, temel modellerinin oluştuğu 5-7. haftalardır.
Böbrekler
Rahim içi yaşam sırasında arka arkaya üç böbrek takımı gelişir. İlki temel nitelik taşır; mezonefron adı verilen ikinci takım, gebeliğin 4-9. haftaları arasında işlev görür ve daha sonra metanefron adlı son böbrek çifti, mezonefronun yerini alır. idrar, amniyon sıvısının doğru hacminin korunmasına yardımcı olduğundan, rahim içi yaşamda böbrek işlevleri önemli bir yere sahiptir.
Kimyasal etkenler ve gelişim
Bir bütün olarak embriyo gelişimi, son derece eşgüdümlü bir süreçtir. Başlangıçta embriyonun büyük bir kısmı, hücrelerden oluşur; bu hücreler, belirli bir organı oluşturmak için gruplaşmaktan daha çok, birçok yapıdan birinde gelişir. Bu değişkenlik, sadece dokular ilkel haldeyken devam eder; gelişme süreci başladığındaysa sona erer.
Dokular gelişirken ya kimyasal bir sinyal üretirler ya da kendilerini çevreleyen ortamı değiştirirler. Bu sinyaller, bedenin diğer kısımlarında bulunan hücreleri çeker. Bu hücreler, gelişmeye başlar ve kendi kimyasal etkenlerini üretirler; süreç, böyle devam eder. Birçok durumda, belirli bir yapının normal gelişiminin belirlendiği süreç, aslında sadece birkaç gün sürer.
BİYOLOJİ ÖDEV YARDIM
-
Mercanlar ve Mercan resifleri hakkında bilgi
-
Kulak Nedir? Kulağın Yapısı ve Görevleri Nelerdir?
-
Göz nedir ? Gözün görevleri nelerdir ? Canlılarda göz ve görme organı
-
Boğaz nedir ? Boğazın kısımları nelerdir ?
-
Omurga, columna vertebralis nedir ? Görevleri nelerdir ?
-
Doğal gübreler nelerdir
-
Kimyasal (yapay) gübreler nelerdir
-
Kortizol Nedir
-
Semantik Nedir ?
-
Karasal Ve Sucul Biyomların Özellikleri Nelerdir ?
-
Kaç çeşit biyom vardır
-
Bitki Ve Hayvanların Yeryüzündeki Dağılımını Etkileyen Faktörler Nelerdir?
-
Bitkisel dokular hakkında bilgi
-
Ekosistemde besin zinciri ve besin ağının önemi nedir ?
-
Genetik Algoritmalar