Abiyogenez - 14: Miller-Urey Deneyi Nedir, Ne Değildir?
20. yüzyılın dahileri arasında görülen, canlılığın cansızlıktan nasıl evrimleşmiş olabileceğine dair ilk somut deneyleri yapan ve fikirleri ileri süren Alexander Ivanovich Oparin (Rusya) ve John Burdon Sanderson Haldane (İngiltere).
Miller-Urey Deneyi, sanki bu sahada yapılan tek çalışma ve tek sonuçmuş gibi üzerine bolca gidilen, çok isabetli sonuçlar vermemesine rağmen çok büyük bir başarıya ve üne sahip olan bir deneydir. Üzerine birçok doğrulama deneyi ve geliştirme deneyi yapılmış olmasına rağmen (ve eksikleri büyük oranda kapatılmış olmasına rağmen) bilim düşmanlarının halen saldırmayı tercih ettiği tek deney Miller-Urey Deneyi'dir. Bunun bir sebebi, toplum içerisinde bu deneyin, benzerlerine ve daha gelişmiş versiyonlarına göre daha fazla popüler olmasıdır. Bir diğer nedeni ise, evrime karşı olan bilim düşmanlarının kapsamlı araştırmalar yapmaksızın, kendilerine sunulan çarpık bilim anlayışını halka pazarlama meraklarıdır. En başından şu anlaşılmalıdır ki, hiçbir bilimsel deney, gerçeğin tıpatıp aynısını yansıtamaz. Bir deney, gerçeğin sadece çarpık bir kopyası olabilir. Ancak deney olası ve tespit edilen hatalarından ne kadar çok ayıklanabilirse, gerçeği modellemeye o kadar fazla yaklaşır. Dolayısıyla deney yapmak, bir modelleme işidir. Sonuçların, gerçekte beklenilen ile birebir aynı olmaması veya gerçek ortamı birebir aynı olarak tekrar etmemesi, bu deneylerin sonuçlarının hatalı ya da gerçek dışı olduğu anlamına gelmez. Yayınlanan makalede ortaya konan metotlar ve sonuçlar, sahanın başka uzmanlarınca incelenerek deneyin gerçeği ne kadar modellediği tartışılır ve sonuçlara varılır. Elbette deneyin eksik tarafları ve abiyogenez sahasının henüz cevaplanmamış soruları vardır; ancak bunlar deneyi yok saymak veya küçümsemek için asla yeterli değildir ve olmayacaktır. Miller-Urey Deneyi, biyokimyanın abiyogenez sahasının pratik olarak doğmasını sağlayan ve bilim tarihinin gidişatını değiştirmiş olan çok büyük ve çok önemli bir deneydir. Burada, bu deneyin neyi gösterip, neyi göstermediğini ortaya koyacak ve deneyle ilgili çarpık anlayışı düzeltmeye çalışacağız.
Bu noktada, daha başlamadan bir düzeltme daha yapılmalıdır: bilim karşıtları, Evrim Kuramı'na saldırmak için Abiyogenez Kuramı'nı bir basamak, bir sıçrama taşı olarak görmektedirler. Bu sebeple, bildikleri tek abiyogenez deneyi olan Miller-Urey Deneyi üzerinden, hem de eski versiyonları üzerinden bu konuya saldırmaktadırlar. Halbuki abiyogeneze yönelik deneyler Miller-Urey Deneyi ile sınırlı değildir. Sayısız biyokimyager, yaşamın cansızlıktan başlangıcına farklı açılardan yaklaşarak müthiş sonuçlar elde etmektedirler. Canlılık, çok büyük bir ihtimalle cansızlıktan ve kendiliğinden oluşmuştur. Bunun neden ve nasıl olduğunu ise Abiyogenez Kuramı dediğimiz açıklamalar bütünü ele almaktadır. Miller-Urey Deneyi, bu kuramın ufacık bir parçasıdır. Örneğin Oró'nun monomer oluşumu deneyleri, Manfred Eigen ve Peter Schuster'in moleküler kaos ve kendini kopyalayan hiperdöngü hipotezleri, Spiegelman'ın Canavarı deneyleri, Geoffrey W. Hoffman'ın katalitik gürültü deneyleri, Günter Wächtershäuser'ın demir-sülfür dünyası teorisi, Armen Mulkidjanian'ın çinko dünya hipotezi, Zachary Adam'ın radyoaktif sahil hipotezi, Karo Michaelian'ın mor ötesi ve sıcaklık kontrollü kopyalanma modeli, Cnossen'in Arkean dönemdeki mor ötesi ışın yoğunluğu teorisi, Pierre Noyes'in beta ışıması homokiralite yaklaşımı, Robert Hazen'ın monomerlerin makromoleküllere kristal yüzeyler üzerindeki dönüşümüyle ilgili deneyleri, Martin William, Stan Palasek, Eugene Koonin, Tatiana Senkevich, Valerian Dolja, Mark Nussinov, Vladimir Otroshchenko, Salvatore Santoli, Alexander V. Vlassov, Sergei A. Kazakov, Brian H. Johnston, Laura F. Landweber gibi isimlerin yaptığı kendi kendine organizasyon deneyleri, Martin Hanczyc'in ön hücre deneyleri, Peter Mitchell'in 1978 Nobel Kimya Ödüllü proton motif kuvvetinin keşfi ve ilişkili yaşam başlangıcı deneyleri, Alexei Sharov ve Audrey Bouvier gibi isimlerin koenzim dünya teorileri, Jack Szostak, Tracey Lincoln, Gerald Joyce gibi araştırmacıların RNA dünya teorileri, Anthonie Muller'in termosentez dünya modeli, Feng-Jie Sun ve Gustavo Caetano-Anollés'in tRNA temelli yaşam başlangıcı deneyleri, Fernando ve Rowe'nin otokatalitik ama enzimatik olmayan metabolizma yaklaşımı, Martin Brasier'in ponzataşı salları yaklaşımı, Stuart Kauffman'ın otokatalitik kimyasal ağ yaklaşımı, Graham Cairns-Smith'in kil hipotezi, Thomas Gold'un derin sıcak biyosfer modeli ve hatta "Panspermia Nedir? Dünya'ya Yaşam Uzaydan Mı Geldi?" başlıklı makalemizde incelediğimiz ve yüzlerce bilim insanı tarafından geliştirilen Panspermia Teorisi, abiyogenezin farklı yaklaşımlarından sadece küçük bir kısmıdır. Bunlara da yeri geldikçe, diğer makalelerimizde değineceğiz.
Şimdi, yaşamın başlangıcına yönelik yaklaşımlardan güçlü bir tanesi olan, ancak sadece bir tanesi olan Miller-Urey Deneyi'ne ve neden bilim tarihini değiştirecek kadar önemli olduğuna değinmeye başlayalım.
Miller-Urey Deneyi'nin Arkaplanı
Sovyetler Birliği'nin ünlü biyokimyageri Alexander Oparin, kimi zaman "20. yüzyılın Charles Darwin'i" olarak anılır. Çünkü Darwin, 19. yüzyılda günümüzdeki türlerin kökenini açıklayan bilimsel gerçeği ortaya koymuş ve kuramlaştırmıştı. Bugün, bu kurama, Evrim Kuramı diyoruz. Oparin ise, çalışma arkadaşı J.B.S. Haldane ile daha da geriye giderek ve kendi döneminin, Darwin zamanına göre gelişmiş biyokimya bilgilerini kullanarak, canlılığın kökenini bilimsel olarak ortaya koymaya çalışmıştır: Oparin, ilk canlının, cansızlıktan ve tamamen doğal süreçlerle nasıl oluşmuş olabileceğini, bilimsel yöntemleri kullanara açıklamıştır. Günümüzde, canlılığın cansızlıktan evrimine ve oluşumuna odaklanan ve biyokimyanın bir dalı olan abiyogenez ile ilgili olarak, modern keşifler ve deneylerin yer aldığı Abiyogenez yazı dizimizi okuyabilirsiniz.
Bu noktada hemen altını çizerek söyleyelim: Evrim Kuramı ile Abiyogenez Kuramı birbirinden bağımsız ancak birbirini tamamlayıcı; ancak birbirlerinden farklı olan iki bilimsel kuramdır. Bunu şöyle anlayabiliriz: Evrim Kuramı, doğadaki evrim yasasını açıklamaya yönelik olarak geliştirilmiş bilgiler bütünüdür. Yani canlılığın, var olduktan sonra nasıl bugüne kadar geldiğini ve çeşitlendiğini incelemektedir. Canlıların değiştiği ve değişmek zorunda olduğu gerçeğine dayanır. Öte yandan Abiyogenez Kuramı, cansız moleküllerin de evrim geçirebildiği gerçeğine dayanır. Bu gerçeğe moleküler (kimyasal) evrim adını veririz. Abiyogenez Kuramı, canlılığın bugüne nasıl ulaştığı ile ilgilenmez. Canlılıktan önce var olduğu bilinen cansızlığın, nasıl doğal süreçlerle canlılığı doğurduğuna odaklanmaktadır. Bu açıdan, Evrim Kuramı'nın ortaya koyduğu gerçekler ve bağlantılardan yararlansa da, doğrudan aynı konuya odaklanmamaktadırlar. Modern bilim dahilinde ikisi de sayısız bulguyla desteklenmiş ve ikisi de hiçbir zaman çürütülememiştir. Ancak Evrim Kuramı'nın, Abiyogenez Kuramı'na göre çok daha köklü, çok daha dallı budaklı, çok daha fazla açıdan desteklenen, hakkında çok daha fazla deneyin ve araştırmanın yapıldığı, kısaca çok daha güçlü bir kuram olduğunu da anlamak gerekir. Abiyogenez Kuramı, henüz alması gereken yolun başlarındadır; ancak buna rağmen, son derece güçlü ve son derece umut vaadeden sonuçlar vermektedir.
İşte 1922'de, Oparin ve Haldane "Canlılığın Kökeni Teorisi" diyebileceğimiz teoriyi ortaya attıklarında kimse bu sansasyonel teorinin kalbinde yatan "Canlılık cansızlıktan doğal süreçlerle başlamıştır." iddiasının ileride bir gün sıradan bir gerçek haline gelebileceğini düşünmemişti. 1952-1953'e kadar da, canlıların cansızlardan meydana gelebileceği iddiası bilimsel olarak desteklenmeden, sadece Oparin'in teorik biyokimya temelli izahları üzerinden tartışıldı. Çünkü kimse canlılığın cansızlıktan oluşabilmesini sağlayacak tepkimeleri veya koşulları bilmiyordu. Atılacak her adım, bir nevi "uydurma" ya da "zayıf ihtimal" olacaktı. Elde somut bir veri bulunmuyordu. Dolayısıyla kimse abiyogenezi nasıl pratik olarak test edebileceğimizi bilmiyordu. Hele ki canlılığın muhtemelen yüz milyonlarca yıllık süreçler sonunda oluştuğu düşünülürse, bunun nasıl deneysel olarak gösterilebileceğine dair hiçbir somut fikir yoktu.
Abiyogenez deneylerinin tamamının temelinde, canlılığın cansızlıktan başlamış olabileceği koşulların tespit edilmesi yatar. Kimi abiyogenez deneyi, bir bütün olarak canlılığın cansızlıktan evrimine odaklanırken, bazı diğer deneyler, bir ön hücrenin (koaservatın), belli bir parçasının nasıl doğal süreçlerle var olabileceğini izah etmeye odaklanır. Dolayısıyla, Miller ve Urey'in çözmeleri gereken ilk sorun, yaşamın nerede ve ne koşullarda başlamış olduğu sorusuydu. İkilinin verdiği cevap, bu başlangıcın atmosferik koşullarda gerçekleştiğiydi. Burada, şu önemli noktanın altının çizilmesi gerekiyor: Miller ve Urey Deneyi, canlılığın nasıl başladığını göstermeye yönelik bir deney olmaktan çok, canlılarda göreceli olarak az bulunan inorganik moleküllerin, canlıların büyük kısmını oluşturan organik moleküllere doğal yöntemlerle nasıl dönüşebileceğini keşfidir. Dolayısıyla Miller-Urey Deneyi'nin sonunda, bir bütün olarak canlılığın oluşmasını beklemek saçmalık olacaktır. Miller ve Urey, canlılığın ilk evrimini mümkün kılabilecek moleküllerin, inorganik moleküllerden tamamen doğal koşullar altında nasıl oluşabileceğini göstermeyi hedefliyorlardı. İşte bu sebeple, bu ilk inorganik-organik dönüşümünün atmosferik koşullarda başladığını düşünmek son derece isabetli bir tahmindir.
Bu temsili deney düzeneğinden de görebileceğiniz gibi, ilkel atmosfer koşullarının en temel özellikleri tekrarlanmaktaydı: Buharlaşma, yoğunlaşma, şimşekler ve yıldırımlar. Sağ taraftaki küresel tüpte bulunan gazlar, öncelikle kondansörden geçirilerek yoğunlaştırılır. Daha sona "trap" olarak isimlendirilen mekanik bir bölmeden geçirilerek basıncı arttırılan bu sıvılar, ısıtıcıdan geçirilerek tekrar buharlaştırılırlar. Buharalaşan sıvı yükselirken bir örnek alma bölmesinden geçer ve tekrar gaz odasına döner. Gaz odasında ise gaz karışımına düzenli aralıklarla elektrik akımı verilir. Bu da gökyüzünde meydana gelen şimşekleri, düşen yıldırımları ve elektriklenmeleri modeller. Daha sonra gazlar tekrar soğurulur ve yoğunlaştırılır. Bu devinim bu şekilde devam eder. Tıpkı atmosferimizdeki benzer döngülerin sürekli devam etmesi gibi...
Miller ve Urey, bu döngüyü 1 hafta gibi kısa bir süre, aralıksız olarak devam ettirdiler. Daha ilk günün sonunda deney düzeneğindeki karışım pembe bir renk almaya başladı. 1 hafta gibi kısacık bir süre sonunda, metan gazı içerisindeki karbonun %10-15 kadarlık bir miktarının organik molekülleri oluşturduğu tespit edildi. Benzer şekilde, bu karbonun %2'si günümüzde halen "temel" olarak bulunan 20 aminoasidin 11 tanesini oluşturmuştu bile! Özellikle de ilgi çekici olan, yapımızdaki en önemli aminoasitlerden biri olan glisin aminoasidinin oransal olarak bolca bulunuyor olmasıydı. Bunlar haricinde şekerler de oluşmaya başlamıştı. Sadece nükleik asitlerin oluşumunu göremediler ve bu onları açıkçası hayal kırıklığına uğrattı. Fakat yine de ellerindeki metanın %18 gibi büyük bir kısmının sadece 1 haftada organik moleküllere dönüşmüş olması baş döndürücü bir başarıydı.
Dediğimiz gibi bir deney, hiçbir zaman orjinali (gerçeği) birebir kopyalayamaz. Ancak orjinaline ne kadar yakın olduğu, konunun uzmanları tarafından incelenir ve karar verilir. Günümüzde, Miller-Urey Deneyi'nin, hele ki sonradan gelen güncellemelerle inşa edilen versiyonlarının, canlılığın başlangıcına katılacak kimyasalların, inorganik moleküllerden oluşabileceğini göstermek konusunda son derece yüksek bir başarıya sahip olduğu ezici bir bilim insanı çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Yine de, gelen eleştirilere burada kısaca yer vererek, bu eleştirilerin deneyi nasıl geliştirdiğini ve gerçeğe nasıl ulaştığımızı, büyük bir kısmının ise neden geçersiz ve bilim dışı olduğunu göstermeye çalışacağız. Esasında bu konuyu "Miller-Urey Deneyi'ne Yönelik Eleştirilere Cevaplar" başlıklı makalemizde daha geniş bir şekilde ele almıştık. Merak edenler o yazımızı da gözden geçirebilirler.
1953 senesinden sonra ilk olarak 1961 yılında İspanyol bilim insanı Joan Oró karışıma hidrojen siyanit (HCN) de ekleyerek deneyi tekrarladı. Aslında hidrojen siyanit zaten Miller-Urey varsayımlarıyla bile oluşabilmektedir; ancak bahsettiğimiz gibi, sonradan yapılan keşifler ilkel atmosfer koşullarının sanılandan farklı olabileceğini göstermiştir. Bu da, kimyasalların birbirlerine göre oranlarını etkilemekte ve deneyin sonuçlarını değiştirebilmektedir.
Bu özetin söylemek istediği kabaca şudur: karbondioksit ve nitrojen kimyasal tepkimeye girerek nitrit ve nitrat gibi diğer kimyasalları oluşturur. Bunlar da, aminoasitler oluşur oluşmaz onlarla tepkimeye girerek yapılarını bozar veya tamamen parçalar. Bunun keşfi, Miller-Urey Deneyi'nin temellerini ciddi anlamda sarsabilecek bir keşiftir. Ne var ki, yukarıda sadeece tek bir örneğini verdiğimiz diğer keşifler, bu iddiaları yanlışlamaktadır. Çünkü bu nitrit ve nitratın aminoasitleri parçaladığını ileri süren araştırmalar, dönemin jeolojik şartlarını göz ardı etmişlerdir. Bunda kızacak bir şey yoktur, çünkü 4 milyar yıl öncesinin koşulları araştırılmaktadır, bu tür dikkatsizlikler ya da bilgisizlikler çok normaldir. Elbette bu hataları düzeltecek olan yine bilimdir ve düzeltmiştir de... Günümüzden 4 milyar yıl kadar önce, yer yüzeyinde bol miktarda demir bulunmaktaydı. Bu demir gerek meteorlardan, gerekse de Dünya'nın kendi oluşum sürecinden kaynaklı metallerdi. Bu metaller, 4 milyar yıl boyunca, üzerine örtülen yeni yer katmanları sebebiyle günümüzde yerin kilometrelerce altında yer almaktadır. Ancak bu metallerin varlığını bugün yüksek teknolojimiz sayesinde tespit edebilmekte ve bilebilmekteyiz. İşte bu metallerin varlığı, oluşan nitritin, aminoasitleri parçalayamadan indirgenmesi ve etkilerinin yok edilmesi demekti. Dolayısıyla Miller-Urey Deneyi önündeki engel kalkmıştır.
Örneğin Miller'ın öğrencisi olan Prof. Jeffrey Bada, orjinal Miller-Urey Deneyi'nin barındırıldığı tüpleri saklamış ve mühürlerini açmamıştır. Miller ve Urey, asla deneylerinin tam başarılarını öğrenemedi, çünkü deney tüplerini mühürleyerek saklama kararı aldılar. Daha sonradan, 2008 yılında bir grup bilim adamı Prof. Bada'dan aldıkları ve Miller'ın makaleleştiremediği 11 adet deney tüpünün mühürlerini açarak üzerine araştırma yapmışlardır. Geçen 55 yıl, çok ilginç sonuçlar doğurmuştur: Kendiliğinden beklemekte olan tüplerde, organik moleküllerin hemen hemen tümü, 22 aminoasit, 5 amin ve pek çok hidroksilenmiş molekül oluşmuştur. Bunu sağlayan şey, Miller'ın deneme amacıyla düzeneğe eklediği, volkanları taklit eden sıcak gaz oluşumudur. Deney düzeneğinin gazların toplandığı kısmına, sıcaklığı daha da arttıracak bir mekanizma eklemiştir ve bu sayede deney çok daha fazla ürün vermiştir. Dr. Bada'ya göre karışım içerisinde toplamda 30-40 arasında aminoasit bulunmaktadır; ancak bazılarının miktarı çok az olduğu için tespit edilememiştir. Ancak yaşam için gereken aminoasitlerin kolaylıkla üretilebildiği ortaya konabilmiştir.
Bada, daha sonra yaptığı deneylerde, 25 aminoaside kadar üretebilmiştir. Miller ve Urey'in yaptığı ilk deney ve sonrasındaki deneylerde karşılaşılan tüm sorunlara bilimsel çözümler bulunmuştur ve her seferinde gerçeğe daha da fazla yaklaşılmıştır. Bütün canlılığın 20 aminoasit üzerine kurulduğunu göz önüne alırsak, Miller ve Urey'in deneyi tam ve kesin bir zafer, tartışmasız bir başarıdır.
Umarız faydalı olabilmiştir.
Saygılarımızla.
Yazan: ÇMB (Evrim Ağacı)
Abiyogenez - 2: Canlılığın Temelindeki Moleküllere Giriş: 'Hayat Molekülleri'
Abiyogenez - 3: Nükleotitler, Genler, DNA, Kromozom ve Diğer Genetik Yapıların Özellikleri ve İşleyişi
Abiyogenez - 4: İlk DNA Nasıl Oluştu? - Retrovirüsler, "Önce-RNA Hipotezi" ve "RNA Dünyası Kuramı"
Abiyogenez - 5: Ribozim, RNA ve DNA'nın Evrimi
Abiyogenez - 6: İlkin Dünya Koşullarında Koaservatların Cansızlıktan Evrimi ve Yağların Önemi
Abiyogenez - 7: Büyük Hayat Moleküllerinin Oluşumu ve Canlılığın Cansız Temeli
Abiyogenez - 8: Koaservatların Evriminin Kısa ve Dar Bir Özeti
Abiyogenez - 9: Proteinler Kendi Kendilerine Nasıl Oluştular? Proteinin Oluşma Hesapları Üzerine...
Abiyogenez - 10: Bütün Canlıların Ortak Amacı Neden "Hayatta Kalmak" ve "Üremek"tir?
Kaynaklar ve İleri Okuma:
- Science-1
- Science-2
- Origins of Life and Evolution of Biospheres
- Chemical Communications
- Molecular Biological Evolution
- Scientific American
- New Scientist
- Exobiology
- Washington University in St. Louis
- Biogenesis, abiogenesis, biopoesis and all that, Carl Sagan, Origins of Life and Evolution of Biospheres, Volume 6, Number 4 (1975), 577, DOI: 10.1007/BF00928906
- Conversion of light energy into chemical one in abiogenesis as a precondition of the origin of life, T.E. Pavloyskaya, T.A. Telegina, Origins of Life and Evolution of Biospheres, Volume 19, Numbers 3-5 (1989), 227-28, DOI: 10.1007/BF02388822
- Abiogenesis and photostimulated heterogeneous reactions in the interstellar medium and on primitive earth: Relevance to the genesis of life, A.V. Emeline et al., Journal of Photochemistry and Photobiology C: Photochemistry Reviews, Volume 3, Issue 3, 31 January 2003, Pages 203–224
- The possibility of nucleotide abiogenic synthesis in conditions of “KOSMOS-2044” satellite space flight, E.A. Kuzicheva, Advances in Space Research, Volume 23, Issue 2, 1999, Pages 393–396
- The emergence of the non-cellular phase of life on the fine-grained clayish particles of the early Earth's regolith, Mark D. Nussinov, et al., Biosystems, Volume 42, Issues 2–3, 1997, Pages 111–118
- Models for protocellular photophosphorylation, Peter R. Bahn, et al., Biosystems, Volume 14, Issue 1, 1981, Pages 3–14
- Evolution and self-assembly of protocells, Richard V. Sole, The International Journal of Biochemistry & Cell Biology, Volume 41, Issue 2, February 2009, Pages 274–284
- Sufficient conditions for emergent synchronization in protocellmodels, Journal of Theoretical Biology, Volume 254, Issue 4, 21 October 2008, Pages 741–751
- The emergence of ribozymes synthesizing membrane components in RNA-based protocells, Wentao Ma, et al., Biosystems, Volume 99, Issue 3, March 2010, Pages 201–209
- The “protocell”: A mathematical model of self-maintenance, Helmut Schwegler, et al., Biosystems, Volume 19, Issue 4, 1986, Pages 307–315
- Computational studies on conditions of the emergence of autopoietic protocells, Naoaki Ono, Biosystems, Volume 81, Issue 3, September 2005, Pages 223–233
- Bifurcation for a free boundary problem modeling a protocell, Hua Zhang, et al., Nonlinear Analysis: Theory, Methods & Applications, Volume 70, Issue 7, 1 April 2009, Pages 2779–2795
- Protocell self-reproduction in a spatially extended metabolism–vesicle system, Javier Macia, et al., Journal of Theoretical Biology, Volume 245, Issue 3, 7 April 2007, Pages 400–410
- A nonlinear treatment of the protocell model by a boundary layer approximation, Kazuaki Tarumi, et al., Bulletin of Mathematical Biology, Volume 49, Issue 3, 1987, Pages 307–320
- A model for the origin of stable protocells in a primitive alkaline ocean, W.D. Snyder, et al., Biosystems, Volume 7, Issue 2, October 1975, Pages 222–229
- Facilitated diffusion of amino acids across bimolecular lipid membranes as a model for selective accumulation of amino acids in a primordial protocell, William Stillwell, Biosystems, Volume 8, Issue 3, December 1976, Pages 111–117
- The origins of behavior in macromolecules and protocells, Sidney W. Fox, Comparative Biochemistry and Physiology Part B: Comparative Biochemistry, Volume 67, Issue 3, 1980, Pages 423–436
- Self-organization of the protocell was a forward process, Sidney W. Fox, Journal of Theoretical Biology, Volume 101, Issue 2, 21 March 1983, Pages 321–323
- From prebiotic chemistry to cellular metabolism—Thechemicalevolution of metabolism before Darwinian natural selection,Enrique Melendez-Hevia, et al., Journal of Theoretical Biology, Volume 252, Issue 3, 7 June 2008, Pages 505–519
- Natural selection in chemical evolution, Chrisantha Fernando, et al., Journal of Theoretical Biology, Volume 247, Issue 1, 7 July 2007, Pages 152–167
- Chemical evolution of amino acid induced by soft X-ray with synchrotron radiation, F. Kaneko, et al., Journal of Electron Spectroscopy and Related Phenomena, Volumes 144–147, June 2005, Pages 291–294
- Radiation-induced chemicalevolution of biomolecules, Kazumichi Nakagawa, Radiation Physics and Chemistry, Volume 78, Issue 12, December 2009, Pages 1198–1201
- Evolution of DNA and RNA as catalysts for chemical reactions, Andres Jaschke, et al., Current Opinion in Chemical Biology, Volume 4, Issue 3, 1 June 2000, Pages 257–262
- Anatomical correlates for category-specific naming of living andnon-living things, Carlo Giussani, et al., NeuroImage, Volume 56, Issue 1, 1 May 2011, Pages 323–329
- Formamide in non-life/lifetransition, Raffaele Saladino, et al., Physics of Life Reviews, Volume 9, Issue 1, March 2012, Pages 121–123
- Major life-history transitions by deterministic directional natural selection, Lars Witting, Journal of Theoretical Biology, Volume 225, Issue 3, 7 December 2003, Pages 389–406
- From the primordial soup to the latest universal common ancestor, Mario Vaneechoutte, et al., Research in Microbiology, Volume 160, Issue 7, September 2009, Pages 437–440
- How life evolved: Forget the primordial soup, Nick Lane, The New Scientist, Volume 204, Issue 2730, 14 October 2009, Pages 38–42
- Modelling the early events of primordial life, Yu. N. Zhuravlev, et al., Ecological Modelling, Volume 212, Issues 3–4, 10 April 2008, Pages 536–544
- From a soup or a seed? Pyritic metabolic complexes in the origin of life, Matthew R. Edwards, Trends in Ecology & Evolution, Volume 13, Issue 5, May 1998, Pages 178–181
- Self-organization vs. self-ordering events in life-origin models, David L. Abel, Physics of Life Reviews, Volume 3, Issue 4, December 2006, Pages 211–228
- The steroid receptor RNA activator is the first functional RNA encoding a protein, S. Chooniedass-Kothari, et al., FEBS Letters, Volume 566, Issues 1–3, 21 May 2004, Pages 43–47
- RNA, the first macromolecular catalyst: the ribosome is a ribozyme, Thomas A. Steitz, et al., Trends in Ecology & Evolution, Volume 28, Issue 8, August 2003, Pages 411–418
- Did the first virus self-assemble from self-replicating prion proteins and RNA?, Omar Lupi, Medical Hypotheses, Volume 69, Issue 4, 2007, Pages 724–730
- Characters of very ancient proteins, Bin Guang-Ma, et al., Biochemical and Biophysical Research Communications, Volume 366, Issue 3, 15 February 2008, Pages 607–611
- Simple coacervate of pullulan formed by the addition of poly(ethylene oxide) in an aqueous solution, Hiroyuki Ohno, et al., Polymer, Volume 32, Issue 16, 1991, Pages 3062–3066
- Preparation of polyacrylamide derivatives showing thermo-reversible coacervate formation and their potential application to two-phase separation processes, Hiroaki Miyazaki, et al., Polymer, Volume 37, Issue 4, 1996, Pages 681–685
- Coacervate complex formation between cationic polyacrylamide and anionic sulfonated kraft lignin, Alois Vanerek, et al., Colloids and Surfaces A: Physicochemical and Engineering Aspects, Volume 273, Issues 1–3, 1 February 2006, Pages 55–62
- Complex coacervates as a foundation for synthetic underwater adhesives, Russell J. Stewart, et al., Advances in Colloid and Interface Science, Volume 167, Issues 1–2, 14 September 2011, Pages 85–93
http://www.evrimagaci.org/makale/87
Genel Biyoloji
-
Protista Alemi ve Genel Özellikleri
-
Hücrelerdeki farklı ve benzer yapılar
-
Ses Nedir ? Ses Nasıl Oluşur?
-
Kültürü Yapılan Fitoplankton Türleri Nelerdir?
-
Apoptoz: Programlı Hücre Ölümü Nedir?
-
Ribozom ve Protein Sentezi
-
Mikrotübüller ve İplikçikler
-
Hücre Zarları
-
Lipid Çift-Katmanın Keşfi
-
Biyoreaktör
-
Telomerler ve İnsan Telomerinin Kristalik Yapısı
-
Hücre Biyolojisinin Tarihsel Gelişimi
-
Hücre biyolojisi nedir ?
-
Biyolojik Çeşitlilik Nedir ?
-
Sinir Sistemi Yapısında Bulunan Hücre Tipleri ve Özellikleri Nelerdir?